30 Mart 2020 Pazartesi

Kırmızı Büyü Yazmaları - Cassandra Clare / Yorum

30295312. sx318
From #1 New York Times bestseller Cassandra Clare and award-winner Wesley Chu comes the first book in a new series that follows High Warlock Magnus Bane and Alec Lightwood as they tour the world after the Mortal War. The Red Scrolls of Magic is a Shadowhunters novel.

All Magnus Bane wanted was a vacation—a lavish trip across Europe with Alec Lightwood, the Shadowhunter who against all odds is finally his boyfriend. But as soon as the pair settles in Paris, an old friend arrives with news about a demon-worshipping cult called the Crimson Hand that is bent on causing chaos around the world. A cult that was apparently founded by Magnus himself. Years ago. As a joke.

Magnus and Alec must race across Europe to track down the Crimson Hand and its elusive new leader before the cult can cause any more damage. As if it wasn’t bad enough that their romantic getaway has been sidetracked, demons are now dogging their every step, and it is becoming harder to tell friend from foe. As their quest for answers becomes increasingly dire, Magnus and Alec will have to trust each other more than ever—even if it means revealing the secrets they’ve both been keeping.


Sayfa Sayısı: 350
Baskı Yılı: 2019
Seri Adı: The Eldest Curses
Seri Sırası: 1 / 3
Goodreads Puanı: 4.23 / 5
____________________________________________________

Herkese merhaba! Bir başka Cassandra Clare kitabının yorumuyla daha karşınızdayım. Bu kadını ve kitaplarını o kadar çok seviyorum ki yorum girme konusundaki üşengeçliğimi dahi unutuyorum konu Cassie kitaplarına gelince. Neyse, giriş kısmını bu sefer gerçekten kısa tutarak yorumuma başlıyorum. UYARI; Bu yazı baştan sonra bir Malec güzellemesidir!!!! 

The Red Scrolls of Magic 2006 yılında, Ölümcül Oyuncaklar serisindeki Düşmüş Melekler Şehri kitabının zaman diliminde geçiyor. 2006 yılındaki büyük savaşı ve Valentine & Sebastian ayaklanmasını atlatan Malec bu durumu kutlamak ve ilişkilerinde yeni bir adım atmak adına bir Avrupa seyahatine çıkmaya karar veriyor. Başlangıçta sevimli fakat bir o kadar da garip ilerleyen bu romantik tatil Magnus'un eskilerden bir dostunun çiftimize kaotik bir haber getirmesiyle yolundan çıkıyor. Bu eski arkadaşın getirdiği haber ise Crimson Hand isimli iblislere tapan bir kültün ortaya çıktığı ve bu kültün hem sıradanların hem de Aşağıdünyalılar'ın kaybolmasına ve ölmesine neden olduğu. Bunun Magnus'la ne alakası var derseniz hemen cevap vereyim; Crimson Hand'in başındaki insanın Magnus Bane olduğu düşünülüyor! On yıllar önce şaka niyetine küçük ve önemsiz bir topluluk olarak ortaya attığı ve sonradan tamamen unuttuğu bir kült olan Crimson Hand'in tehlikeli bir hale evrilmiş son durumu Magnus Bane'i hem töhmet altında bırakıyor hem de Alec Lightwood ile çıktığı romantizm dolu olması gereken tatili baltalıyor! Kitap boyunca Magnus'un kendini aklama çabasını ve bu kültün aslen nasıl yeniden dirildiğini keşfetmeye çalışmasını okuyoruz.

Kitapla ilgili eleştirilerimle başlıyorum öncelikle yorumuma. The Red Scrolls of Magic şu ana kadar okuduğum en tahmin edilebilir Cassandra Clare kitabı. Olay örgüsü gerçekten fazlaca basit ve içinde çok da fazla merak unsuru barındırmıyor. Plot twist olarak öngörülen durumu da ta en başından tahmin etmiş olduğum için kitabı okurken bir kere dahi şaşırmadım. Dümdüz öyle okudum yani merak etmeksizin. Aslına bakarsanız kitapta karakterlerimizin tehlikeye girdiği sahneler bolca var fakat kitabın 2006 yılında geçmesi ve bizim şu an Gölge Avcıları dünyasında 2013 yılında olmamız sebebiyle bu tehlikeli anları okurken zerre gerilmedim. Çünkü belli yani, kurtulacaklar :D Bir yandan da Ölümcül Oyuncaklar'daki karakterlerimiz Düşmüş Melekler Şehri'nde neler neler yaşarken Malec'in böyle bir tatilde olmasını okumak beni resmen aydınlattı ve birçok kez "Vay vay vay neler dönmüş be." diye düşündürerek eğlendirdi. Ayrıca tahmin edilebilir olması her ne kadar çoğu zaman kitabı sıradan hale getirse de bir açıdan güzel bir özellikti de. Bu kitap aynı zamanda ilk defa biri ölebilir paniği yaşamadan okuduğum Cassie kitabı oldu ve bundan ötürü karakterler arasındaki ilişkilere çok daha fazla odaklanıp bu ilişkilerden çoook daha fazla keyif alabildim.

Kitabımızın tahmin edebileceğiniz üzere iki ana karakteri var, Magnus ve Alec. Bu kitapta Magnus'un geçmişiyle alakalı çok fazla bilgiye ulaşıyoruz, heybetli büyücü Magnus Bane'i biraz daha yakından tanımış olmak beni fazlasıyla mutlu etti çünkü kendisi tüm Gölge Avcıları dünyasında en sevdiğim karakterlerden biri. O yenilmez ve son derece mutlu, parlak görünen Magnus Bane'in aslında güvensizliklerle dolu ve kendiyle ilgili aşamadığı problemlere sahip olduğunu görmek benim için oldukça ilgi çekici bir deneyimdi. Alec'i okumaya ise bayıldım. Ölümcül Oyuncaklar serisini okurken Alec karşımıza hep katı, kuralları takip eden ve koruyucu büyük kardeş olarak çıktı. Son kitaplara doğru Magnus'un onda bir şeyleri açığa çıkartmasını da okuduk tabii ki ama Alec'in 2006 yılında Düşmüş Melekler Şehri döneminde hala katı kuralcı bir Gölge Avcısı olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bu kitapta ise Alec'in sevdiği insanı korumak adına kuralları görmezden gelebileceğini (çünkü Magnus böyle bir kült kurmakla suçlanmasına rağmen buna dair Clave'e hiçbir bilgi aktarmadı ve hatta bu olayı Izzy ve Jace'ten bile gizledi) ve aslında ne kadar yumuşak kalpli bir insan olduğunu gördük. Gölge Avcıları'nın prensipleri altında kendini bir maskeyle gizlemek zorunda kalan Alec'in Magnus'la el ele kendini bulması ve gerçek kişiliğine daha fazla yaklaşması beni fazlasıyla etkiledi.

"It's great," Alec whispered, "Come and hold me. I want you next to me." 
Magnus glanced up at him. Alec's eyes were closed and he was breathing deeply.
Come and hold me. I want you next to me. Maybe it was easier for Alec to say things like that when he was asleep. It hadn't occured to Magnus that Alec might feel self-conscious, saying things like that.

Böyle bir sahne geçiyor kitapta. Görüyorsunuz, minnoşum Alec içinden geçen duyguları ancak yarı uyanıkken, bilinçsizce dışa vurabiliyor. Hayatının aşkıyla Avrupa'da maceradan maceraya koşarken bile ona onu sevdiğini ve yanında mutlu olduğunu söyleyemiyor bir türlü işte. The Shadowhunter Chronicles boyunca Alec'i okumak benim için öylesine ilham verici bir şeydi ki! Kendinden utanan ve asıl kişiliğini gizleyen, dünyaya, her şeye ve herkese sinirli bir çocuktan kendine güvenen, kalbinde herkese yer olan ve ayakları sapasağlam yere basan güçlü bir yetişkine dönüşme sürecini okuduğumuzu düşündükçe duygulanıyorum. Nerede o Kemikler Şehri'ndeki huysuz Alec, nerede o Queen of Air and Darkness'taki muazzam Alec... Gerçekten çok duygulanıyorum düşündükçe ya :') The Red Scrolls of Magic'te de bu dönüşümün nasıl başladığını ve Magnus ile Alec arasındaki bağın nasıl bu kadar kuvvetli olduğunu okumayı çok sevdim.


Malec çiftini O KADAR ÇOK SEVİYORUM Kİ, kitap boyunca yüzümdeki sırıtışı engelleyemedim, beş sayfada bir tanımlaması zor fangirl sesleri çıkarmaktan kendimi alamadım ve bu kitap beni çok ama çok mutlu etti. Magnus'un tonla tecrübesi olmasına rağmen Alec'e karşı çekingenliği, Alec'in ise her şeyi Magnus'la ilk defa yaşaması ve böylesine ürkek tavırlar sergilemesi beni çooooooooook eğlendirdi. Uzun zamandır bir kitabı okurken bu kadar neşe dolu hissetmemiştim. Kitabı bitirdiğimde o kadar huzur doluydum ki kitaba sarılarak yaklaşık bir saat yüzümde aptal bir gülümsemeyle tavana baktım sddfgdf. Malec'in Gölge Avcıları dünyasındaki en iyi çift olduğunu düşünüyorum çünkü bu ikili birbirini, bana göre, diğer çiftlere kıyasla çok daha fazla dönüştürdü ve geliştirdi. Birlikte herkesin ilişkisinden farklı bir yolculuğa çıktılar ve ben bu iki karakterle de feci gurur duyuyorum! Alnıma Malec dövmesi yaptırıp gezmeme çok az kaldı gerçekten.

Kitapta Malec'in yanında yardımcı bir karakter olarak Shinyun isimli bir iblis efendisi daha görüyoruz ve bu karakter ana ikilimizin sırları çözmesine yardımcı oluyor. Şahsen bu karakter hakkında bir şey düşünmüyorum, hikayede bulunması gereken öylesine bir karakterdi bana göre. Diyorum ya, olay örgüsü cidden aşırı basit ve aşırı sıradan zaten. Shinyun da bu sıradan olay örgüsünün sıradan bir karakteri sadece.

Hikayede karşımıza çıkan eski karakterler de vardı. Tessa, Catarina, Ragnor, Raphael ve hatta Malcolm Fade bile bize hikayenin bir noktasında eşlik ediyor. Diğer serilerden karakterlerin başka serilerde görünmesine bayılıyorum ben, dolayısıyla bu karakterlerin hikayedeki varlığını da çok sevdim. Dediğim gibi, The Red Scrolls of Magic Magnus'un geçmişine dalmamız açısından oldukça kilit bir kitaptı ve bu karakterler ile Magnus arasındaki arkadaşlık ilişkisini okuma şansına erişmek sevindirici bir olaydı benim için. Alec'in geçmişinden sürpriz insanlar da görüyoruz; Aline Penhallow ve Helen Blackthorn! Günümüzde, yani 2013'te, evli olan bu ikilinin nasıl tanıştıklarını da The Red Scrolls of Magic'te okumuş oluyoruz böylece. Bu ikiliyi ve aralarındaki kimyayı okurken o kadar eğlendim ki, kelimelerle ifade etmem imkansız bunu. Zaten Gölgelerin Lordu ve Hava ve Karanlık Kraliçesi'nde bu harika çiftin varlığını okurken mest olmuştum, Haline ikilisinin geçmişine uzanmak benim için fazlasıyla sevindirici bir sürpriz oldu o yüzden.

Kısacası her ne kadar olay örgüsü bakımında en yetersiz kalan Gölge Avcısı kitabı olsa da The Red Scrolls of Magic bizi Malec dolu hikayelerle buluşturduğu için BAYILARAK okuduğum bir kitap oldu. Okumamın üstünden neredeyse iki ay geçmesine rağmen hala bu kitabı düşündüğümde sırıtmadan duramıyorum, o kadar tatlı bir kitaptı ki! Ben sırf Malec için üç sezon boyunca Shadowhunters dizisine katlanmış insanım, The Red Scrolls of Magic'i sevmemem beklenemezdi zaten. Söz konusu Malec olduğunda asla objektif olamayacağım, üzgünüm... Ama bence eğer bu kitabı okursanız siz de fazlasıyla memnun kalacaksınız çünkü bazen önemli olan kitaplardaki olaylardan ziyade karakterlerin ruh halleri ve duygu değişimleri oluyor hepimiz için. Bu kitap da Malec sevenleri faaaaazzzlaaaasıyla mutlu edecek bir kitap. Eğer benim gibi bir Malec aşığıysanız okurken mutluluktan ilginç ciyaklama seslerine ve türlü tepinme hareketlerine hazırlıklı olmanızı tavsiye ederim, kendinizden geçeceksiniz sevinçten :D 

The Red Scrolls of Magic'in devam kitabı olan The Lost Book of the White 1 Eylül 2020'de yayınlanacak. Nisan ayının ilk haftasında ise kitabın kapağı paylaşılacakmış, merakla bekliyorum! Bu seri kesinlikle olmasa da olur, bunu sizlere rahatlıkla söyleyebilirim ve okumazsanız da hiçbir şey kaybetmezsiniz. Fakat Cassie bu seriyi yazdığı için ve Malec'e koskoca üç kitap ayırdığı için delicesine minnettarım, uzun süredir bir kitap beni bu kadar neşeyle doldurmamıştı ve serideki diğer kitapları okuma maceramın da en az The Red Scrolls of Magic kadar mutluluk dolu olacağına eminim. Hele ki ikinci kitapta zevkten dört köşe olacağımı düşünüyorum çünkü 2010 yılında geçen The Lost Book of the White Malec'in evlat edindiği ilk çocuk olan Max Lightwood-Bane'i de içerecek ve ilk defa uzun uzun Malec'i ebeveyn olarak okuyabileceğiz! Ayrıca bu kitapta Jem'in Çin'deki ailesi olan Ke soyuna dair bazı şeyler de öğreneceğiz ve kitapta Jem&Tessa da olacak! Ayrıca duyurulan bilgilere göre bu kitapta Jace, Clary, Isabelle ve Simon da yer alacak ve bu kitapta ayrıntılı olarak Clary ve Simon'ın arasındaki parabatai bağının ikisinin dinamiğini nasıl etkilediğini okuyacağız. Bu bilgilerin çoğunu bu yazıyı yazarken yaptığım araştırmada öğrendim ve şimdi ikinci kitap için daha da heyecanlıyım! 

Malec seviyorsanız, Gölge Avcıları dünyasını özlediyseniz ve kendinize stres yaşatmadan bu evrende geçen bir kitap okuma ödülünü bahşetmek istiyorsanız The Red Scrolls of Magic'e mutlaka şans vermelisiniz. Bu kitapta olduğu gibi gelecek kitaplarda da karakterlerimiz hakkında bilmediğimiz geçmişten gelen sırları ve olayları keşfederken zevk alacağınızı düşünüyorum.

Bir sonraki yorumumda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın! 

It's a classic love story. I hit on him at a party, he asked me out, then we fought an epic magical battle between good and evil side by side, and now we need a vacation. The thing is, he's a Shadowhunter. 
I deeply appreciate you saving my life. I'm very attached to my life. However, if it comes to a choice between your life and mine, Alec, remember I have already lived a very long life.
They were suddenly synchronized, gliding across the floor as gracefully as any other couple in the room, and all at once Alec knew how it was to really dance with someone - a thing Alec had never even known to want. He'd always assumed that storybook moments like these were meant for Jace, Isabelle, anyone but him. Yet here he was.

(alıntıları tekrar okurken bile gözlerimden kocaman kocaman kalpler çıkıyor, bayılcam mutluluktan dvfdgsdfv) 



28 Mart 2020 Cumartesi

Chain of Gold - Cassandra Clare / Yorum

17699853
Chain of Gold is the first novel in a new trilogy that stars the Shadowhunters of Edwardian London.

Welcome to Edwardian London, a time of electric lights and long shadows, the celebration of artistic beauty and the wild pursuit of pleasure, with demons waiting in the dark. For years there has been peace in the Shadowhunter world. James and Lucie Herondale, children of the famous Will and Tessa, have grown up in an idyll with their loving friends and family, listening to stories of good defeating evil and love conquering all. But everything changes when the Blackthorn and Carstairs families come to London…and so does a remorseless and inescapable plague.

James Herondale longs for a great love, and thinks he has found it in the beautiful, mysterious Grace Blackthorn. Cordelia Carstairs is desperate to become a hero, save her family from ruin, and keep her secret love for James hidden. When disaster strikes the Shadowhunters, James, Cordelia and their friends are plunged into a wild adventure which will reveal dark and incredible powers, and the true cruel price of being a hero…and falling in love.

Sayfa Sayısı: 624
Baskı Yılı: 2020
Seri Adı: The Last Hours
Seri Sırası: 1 / 3
Goodreads Puanı: 4.55 / 5 
________________________________________________________

Herkese merhaba! Umarım ki psikolojik olarak oldukça yaralayıcı zamanlardan geçtiğimiz şu dönemde hepiniz mental ve fiziksel olarak iyi hissediyorsunuzdur. İnsanlık olarak en kısa sürede en az kayıpla bu korkutucu dönemi atlatmamızı umuyor ve hepimize bolca dayanma gücü diliyorum.

Bunca karmaşa ve kaos arasında kafamı dağıtmak için her zamanki gibi kitaplara sığınmaya devam ediyorum ve yine Mart ayında da bir sürü kitap okudum. Fakat her zamanki gibi üşendiğim için hiçbirinin yorumunu girmedim... İşler son okuduğum kitaba gelince değişti tabii ki çünkü bu sefer bir Cassandra Clare kitabı söz konusuydu, hem de bu kitap çıkmasını altı senedir beklediğim Chain of Gold'du!

Senelerdir bu kitabın çıkmasını bekleyen biri olarak aylar öncesinden kitabı sipariş etmiş ve kitap çıkana dek de Gölge Avcıları dünyasına yeniden ısınma turlarına başlamıştım. Bunun için The Last Hours serisindeki karakterlerle ilgili bulabildiğim her şeyi okudum, Cehennem Makineleri serisini üçüncü kez bitirdim, Bane Günlükleri'ni nihayet okuma şerefine eriştim, Ghosts of the Shadow Market'ı bitirdim ve Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler'i ise ikinci kez okudum. Ve o kutlu gün geldi, Chain of Gold'u bu ritüellerimi tamamladıktan sonra nihayet okumaya başladım! Daha fazla uzatmadan kitabın konusuna geçiyorum, çünkü bu gerçekten uzun bir yazı olacak :)

Yazının başındayken uyarıyorum; bu yazı bütünü boyunca Cehennem Makineleri serisini okumayanlar için spoiler içeren bir yazı olacaktır. O seriyi okumadıysanız ve spoiler yemek istemiyorsanız yazımı da okumamanızı tavsiye ederim. Ayrıca LÜTFEN Cehennem Makineleri serisini okuyun, pişman olmayacağınızı garanti ediyorum.

1903 yılında Londra'nın sisli sokaklarında geçen Chain of Gold'da ana karakterlerimiz Cordelia Carstairs, James Herondale ve Lucie Herondale. Neredeyse on yıldır doğru düzgün iblis hareketliliği olmayan Londra'da hayat Gölge Avcıları için oldukça sıradan ve tehlikesiz bir hale gelmiştir. Öyle ki yeni nesil Gölge Avcıları tıpkı sıradanlar gibi çay partilerine gitmekte, piknikler yapmakta ve normal bir şekilde gençliklerini yaşamaktadırlar. Bir olaydan ötürü babası büyük bir suçla itham edilen Cordelia Carstairs annesi ve abisiyle işte böyle bir ortamda Londra'ya gelir ve babasıyla birlikte ailesinin de adını temize çıkarmak için planlar yapar. Bir yandan da yıllardır beklediği şeyi gerçekleştirebilecektir, Lucie Herondale ile parabatai olmak için birebir antrenmanlara başlamak!

Londra'da her şey güllük gülistanlık bir şekilde ilerlerken ve Cordelia da Carstairs adını onurlandırmak adına stratejik ilişkiler ararken bir gün her şey tepetaklak olur; genç Gölge Avcıları güpegündüz daha önceden hiç görmedikleri bir iblis grubunun saldırısına uğrarlar. Güneş ışığında yürüyebilen iblislerin varlığı ile sarsılan Gölge Avcıları bir yandan bu iblislerin kökenini aramaya bir yandan da saldırılar dolayısıyla ölümcül derecede yaralanan ve iyileşmesi oldukça zor görünen Gölge Avcıları için tedavi araştırmalarına başlarlar.



Cassie, my queen! Ne olursun yazmaya ve bizi hikayelerinle kutsamaya devam et! Bu kitabı o kadar uzun zamandır bekliyorum ki bitirmemin üstünden altı gün geçmesine rağmen hala kitabın yayınlanmış olmasına inanamıyorum. Nihayet bir başka Gölge Avcıları serisine daldığımız için çok mutluyum. Senelerdir beklemekte olduğum için doğal olarak kitap için beklentilerim aşırı yüksekti. Bu beklentilerimin çoğu karşılansa da bazı konularda kitap düşündüğüm kadar beni etkileyemedi. Bu yorumda en başta kitapla ilgili hayal kırıklıklarımdan bahsetmek istiyorum.




Chain of Gold Cassandra'nın yazmış olduğu on dokuzuncu Gölge Avcıları kitabı, ON DOKUZ. Bu dünyayla ilgili de beşinci serisine başlamış oldu bu kitapla birlikte. Bir önceki on sekiz kitabın sonrasında gelen Chain of Gold'da Cassie'nin bulduğu konuyu işleme konusunda bir sıkıntısı varmış gibi geldi bana. Dediğim gibi, on dokuzuncu kitap artık yani bu, doğal olarak kadın bazı yerlerde tekrara düşüyor ya da sıkıcılaşıyor. Muhtemelen de çok büyük bir beklentiyle bu kitaba başladığım için Chain of Gold konusu itibariyle beni kendine çok bağlayamadı. Aslına bakarsanız gün ışığında yürüyebilen iblisler konu bakımından oldukça ilgi çekici ve okuyucuda merak uyandırıyor fakat bahsettiğim gibi, konu güzel olsa da işlenişinde beni bazı noktalarda sıktı maalesef ki. Bence zaten Cassie'nin ana serilerindeki son üç kitabı da (Gölgelerin Lordu, Hava ve Karanlık Kraliçesi, The Red Scrolls of Magic) olay örgüsü bakımından çok güçlü değil. Özellikle Gölgelerin Lordu şu ana kadar okurken en sıkıldığım Cassie kitabıydı. Bu kadar çok Gölge Avcısı içeriği yazmaktan ötürü konuları ilerletmekte sıkıntı yaşıyor muhtemelen Cassie.

Olay örgüsü hakkında söylediklerim sizi yanıltmasın, yine oldukça ustalıkla bağlanmış ve iç içe geçmiş hikayeler barındırıyordu Chain of Gold, yalnızca bu hikayelerin işlenişini diğer kitaplar kadar heyecanlı bulmadım. Kıyaslama yapmak gerekirse Chain of Gold bir ilk kitap olarak değerlendirildiğinde Mekanik Melek ve Geceyarısı Leydisi kadar başarılı değil fakat kesinlikle Kemikler Şehri ve The Red Scrolls of Magic'ten daha başarılı.

Kitabın diğer Gölge Avcıları kitaplarından farklı olan ve çok ama çok sevdiğim bir yanı var. Diğer tüm kitaplarda karakterlerimiz Gölge Avcılığıyla öyle iç içeler ki onları bu görevlerinden ayrı düşünmek mümkün bile değil. Chain of Gold'da ise yıllardır Londra'da iblis aktivitesi yok denecek kadar az olduğu için karakterlerimizi dönemlerinin normal gençleri olarak okuma şansını yakalıyoruz. Edward döneminin Londra'sında 16-17 yaşlarında bir genç olmayı, dönemin gece hayatını, çay partilerini, balolarını okumayı öyle sevdim ki! Cassie'nin bu dönemi oldukça iyi araştırdığı çok belli ve bu araştırmalarını da kitaba muazzam bir şekilde yansıtmış. Biraz da intikam meleği gibi olmayan normal Gölge Avcıları okuyalım yahu!

Kitapla ilgili bir diğer BAYILDIĞIM yan ise karakterler... Cassie her zamanki gibi en iyi yaptığı işi yapıyor ve bu kitapta da bizlere muazzam karakterler sunuyor altın tepside. Bu kitap da Geceyarısı Leydisi gibi tonla karaktere sahip ve zaman zaman kimin kim olduğunu karıştırmanız mümkün okurken. Ben bu karışıklığı önlemek adına kitaba başlamadan bir kağıda Herondale, Lightwood, Carstairs ve Blackthorn ailelerinin aile ağacını çıkarıp okuma sürecim boyunca bu kağıdı yanımda tuttum :D Şimdi kitaptaki neredeyse her karaktere karşı duyduğum sevgiyi anlatmaya başlayacağım, hazırlanın!!

Charlie Bowater'ın çiziminden Cordelia ve James.
Cordelia Carstairs: Ana karakterimiz koyu kızıl saçlı, Fars kökenli, yüce Cortana'nın taşıyıcısı, nam-ı diğer Daisy... Cordelia şu zamana kadarki okuduğunuz en aklı başında ana karakterlerden biri olabilir. Clary'nin gereksiz maceraperestliği, Emma'nın fevriliği, Tessa'nın kararsızlığı gibi kötü özelliklerin hiçbiri Cordelia'da yok. Kendisini kahraman olmaya ve ailesinin adını kurtarmaya adamış güçlü mü güçlü ve ayakları yere basan bir kız var karşımızda. Onun istediğini elde etmeye kararlı hallerini, arkadaşları için her şeyi yapmasını, James'e karşı olan duygularını okumayı öyle sevdim ki. Bir güçlü bir kadın karakteri daha hayatlarımıza dahil etmeyi başardı Cassie. Ayrıca Fars kökenli bir karakterin Gölge Avcıları serisine bir ana karakter olarak dahil edilmesi farklı kültürlerin temsiliyeti açısından oldukça önemli bir durum bence. Cassie'yi tebrik ediyorum her zaman kitaplarına farklı perspektifler getirmeyi başardığı için.

James Herondale: Görünüş olarak Will'in kopyası olan Jamie annesinden gelen iblis efendisi kanı nedeniyle kehribar rengi gözlere sahip olan James'in bir sebepten ötürü asıl kişiliğini göremiyoruz bu kitapta. Bu sebepten ötürü üzücü bir şekilde James'e beklediğim kadar ısınamadım. Fakat her şeye rağmen Will'e benzeyen ve hayatta en sevdiği şey kitap okumak olan bir başka Herondale ile daha tanışmış olmak harika bir duyguydu. Bilirsiniz, Herondale'ler her zaman drama queen olmalarıyla öne çıkarlar (bkz: Jace, Will, Kit) James'te ise diğer soydaşlarının aksine daha olgun ve ağırbaşlı bir hava görüyoruz ve bu açıdan farklı bir Herondale okumak gerçekten çok hoşuma gitti.

Lucie ve Matthew.
Lucie Herondale: Lucie bana birçok yandan Tessa'yı o kadar çok hatırlattı ki... Daha önce bundan bahsettim mi bilmiyorum fakat ben Tessa'yı sevmiyorum arkadaşlar... Fakat Lucie Tessa'nın tüm kötü yönlerinden sıyrılmış haliydi benim için; dik başlılığı, okuma ve yazma aşkı, cesurluğu, aile ve arkadaşlarına verdiği değer... Zaten görünüş olarak da Tessa'ya oldukça benziyor fakat karakter olarak da Tessa'nın tüm iyi yönlerini kendinde toplamıştı ve onu okumaya bayıldım.

Matthew Fairchild: Charlotte Fairchild ve Henry Branwell'in oğlu olan Matthew için size iki kelime söyleyeceğim; HAYATIMIN AŞKI. Arkadaşlar size Matthew'dan nasıl bahsetmem gerektiğini gerçekten bilmiyorum. James'in parabataisi olan Matthew'u Ghosts of the Shadow Market ve Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler'i okurken de çok sevmiştim fakat Chain of Gold'da kendisine tamamen kalbimi verdim. Cast Long Shadows adlı novellada okuduğumuz sırrın yükünü hala taşıyan Matthew'un bu vicdan azabından kurtulmak için alkol ve mizaha sığınması bana o kadar çok Will Herondale'i hatırlattı ki! Dışarıdan lakayt ve hiçbir şey umurunda değilmiş gibi görünen ama aslında çok derin ve hassas bir kişiliğe sahip olan sarı kedim benim. Diğer Gölge Avcıları'nın aksine sanata olan ilgisi ve modaya olan düşkünlüğüyle ise kalbimdeki yerini perçinlemiş oldu. Hani James drama queen değil demiştim ya, Matthew onun eksikliğini fazlasıyla kapatıyor işte... Bir kez daha drama queen bir karakterle gönlümü çalmayı başardı Cassie. Bu hikayede hiç beklemediğim kadar sevdiğim bir karakter oldu Matthew Fairchild. Benim gizli bilge ve kırılgan bebeğim :( ♥♥♥

Thomas ve Christopher. (Maalesef ki Christopher'ın Charlie Bowater
tarafından çizilmiş bir portresi yok :( )
Thomas Lightwood: Sophie ve Gideon Lightwood'un oğlu, çocukluğunda oldukça cılız ve küçük olan fakat sonradan 1.95 boyunda heyula gibi birine dönüşse de içinde minnoş bir kedi saklı olan Tom... Kitapta diğer dört karakter kadar yer tutmuyor olsa da şu ana kadar bahsettiğim dört karakter arasında en candan ve sıcakkanlı olan kişi Thomas. O kadar iyi bir kalbi var ki, az görünmesine rağmen okurken size kendini fazlasıyla sevdirmeyi başarıyor. Gelecek kitaplarda bu karakteri çok daha fazla görmek için sabırsızlanıyorum!

Christopher Lightwood: Cecily ve Gabriel Lightwood'un oğlu olan Christopher veya Kit, hayalperest, yenilikçi, genelde kendi dünyasında takılan ve bilim düşkünü birisi. Tüm bunlardan ötürüyse Henry ile muazzam anlaşıyor ve onun laboratuvarında vakit geçirmeye de bayılıyor. Cassie'nin sıra dışı Gölge Avcılarını ele almasına bayılıyorum. En değer verilen özelliğin güçlü ve yenilmez bir savaşçı olmak olduğu Gölge Avcıları'nın arasında zihniyle ve akıl almaz fikirleriyle öne çıkan Henry ve Christopher gibi karakterlerin varlığı okuma zevkini oldukça arttıran bir unsur bana göre. Ayrıca Christopher'ın dalgın halleri kitap boyunca beni öyle eğlendirdi ki! Gelecek kitaplarda bu çılgın bilim adamımızı da daha fazla okumak eminim ki harika bir deneyim olacak.

Anna ve Alastair.
Anna Lightwood: Cecily ve Gabriel Lightwood'un kızı olan Anna belki de kitaptaki en ilginç karaktere sahip kişi. 1903 gibi bir tarihte genderqueer bir lezbiyen olarak açık bir şekilde cinsel kimliğini dile getirmesi ve buna uygun yaşaması harika bir örnek oluyor okuyuculara. Cassie'nin farklı cinsel yönelim ve kimliklerden bahsetmeyi çok iyi başarmasını takdir ediyorum her zaman, farkındalık yaratmak çok önemli böyle konularda. Anna da muazzam karizmatik bir karakter, etkileyemeyeceği canlı yok diyebiliriz. Ayrıca kendisi iflah olmaz bir gönül avcısı! Geçmiş deneyimlerinden küçük bir kesit okumuş olmamıza rağmen o kadarını okumuş olmak bile beni çok eğlendirdi. Anna'nın harika moda anlayışı, mizah yeteneği ve stratejist yönünü okumak oldukça zevkliydi. Umarım ki bir sonraki kitaplarda çooook daha fazla yer alır bu karakter çünkü ben Anna'ya ba-yıl-dım! Ayrıca kitabın sonunda bazı şeyleri sorgulayan tek karakter olması da gözümden kaçmadı, yürü be Anna, çöz şu arapsaçına dönen olayları!

Alastair Carstairs: Cordelia'nın abisi olan Alastair'i eğer daha önceden yayınlanmış Nothing But Shadows ve Cast Long Shadows isimli novellaları okumuşsanız sevmemeniz normal. Fakat size şunu söylemek istiyorum, bu kitaba Alastair'i sevmeyerek başlasanız dahi kitabın sonunda ona karşı görüşlerinizin değişeceğine eminim. Bu iki hikayede Alastair'i zorba bir insan olarak görürken Chain of Gold bize Alastair'in gizli kalmış ve aslında kırılgan olan yanlarının olduğunu da gösteriyor. Ailesi için yaptığı fedakarlıkları ve kardeşi Cordelia'ya olan -pek dışa vurmasa da- sevgisini de unutmayalım. Bence bu kitapta en çok gelişen ve dönüşen karakterdi kendisi ve Alastair Carstairs'ten fazlasıyla hoşlandığım için çok mutluyum.

Jesse ve Grace.
Jesse Blackthorn: Tatiana ve Rupert Blackthorn'un oğlu Jesse aslında 17 yaşındayken ölüyor. Gölge Avcısı rünlerinden ilkinin vücuduna işlenmesi sonucu oldukça zayıf bir vücudu olan Jesse bunu kaldıramadığı için hayata gözlerini yumuyor maalesef ki. Peki bu kitapta nasıl var diyorsunuz muhtemelen, işte karşınızda hayalet Jesse Blackthorn! Bazı sebeplerden ötürü ruhu bu dünyada kalan Jesse'yi genelde Lucie ile iletişimi vasıtasıyla okuyoruz. Kitaba başlamadan önce Jesse ile ilgili pek bir düşüncem yoktu ve ona karşı nötr hissediyordum ve kitabı bitirdikten sonra da Jesse'ye karşı muazzam bir sevgi duyduğumu söyleyemem. Okuması zevkli ve gizemli bir karakterdi ve var olması kesinlikle kitabın olay örgüsü için gerekliydi ama henüz Jesse'yi tam anlamıyla tanıyabilmiş değiliz ilk kitapta. Yardımsever ve mizahi bir yönü olduğu için Jesse'yi sevdim fakat onun hakkındaki düşüncelerimin tam olarak oturması için için ikinci kitabı beklemem gerekiyor. Yine de kendisi bu kitaptaki en sevdiğim Blackthorn oldu, orası kesin zaten...

Grace Blackthorn: Tatiana Blackthorn'un evlatlık edindiği ve asıl soyadı Cartwright olan Grace hakkında size ne söylesem spoiler olur diye susmak zorundayım. Tam bir femme fatale olan, büyüleyici güzellikteki Grace bizim biricik James'imizin delicesine aşık olduğu kız. Ben kitapta bu kızın olduğu yerleri okurken sürekli dişlerimi sıkıp durdum çünkü daha kitabı okumaya başlamadan önce bile Grace'ten nefret ediyordum zaten. (Bane Günlükleri'ndeki Geceyarısı Mirasçısı isimli hikayeden ötürü) Bu kitapla da nefretim iyice artmış oldu. Yaptığı şeyler ve olduğu kişinin kendine göre açıklaması ve bahaneleri var tabii ki, empati de yapabiliyorum onunla bazı konularda fakat bu yaptığı hiçbir şeyi doğrulamıyor ve onu haklı çıkarmıyor benim gözümde. Yolmak istiyorum bu kızı fena bir şekilde.

Kitapla ilgili bayıldığım bir diğer şeyse karakterler arasındaki ilişkilerin ele alınışı oldu. James & Lucie ve Cordelia & Alastair arasındaki kardeşlik ilişkisi birbirinden tamamen farklı iki ilişki olmasına rağmen ikisi de farklı açılardan o kadar harikaydı ki okurken bolca duygulandım. Cordelia ve Lucie arasındaki muazzam arkadaşlık ilişkisine diyecek sözüm yok zaten, Lucie Cordelia'yı o kadar çok seviyor ki onu eğlendirmek için Beautiful Cordelia isimli bir macera kitabı yazıyor düşünebiliyor musunuz?! James ve Matthew arasındaki parabatai ilişkisine ise bayıldım, bu kadar farklı iki karakterin birbirini bu kadar iyi anlaması harika şekilde yansıtılmıştı. Her ne kadar bu ikiliyi çok okuyamamış olsak da Cordelia ve James arasında yaşanan her şey de ilgimi fazlasıyla çekti. Cordelia'nın James'i her gördüğünde küçük bir çocuk gibi saçmalaması ve ne yapacağını bilememesi o kadar tatlıydı ki... Team Jordelia forever.

The Merry Thieves ♥
Bir diğer sevdiğim ilişki ise James, Matthew, Christopher ve Thomas yani nam-ı diğer The Merry Thieves arasındaki ilişkiydi. Aman Allah'ım, bu dörtlüyü okumak o kadar keyifliydi ki! Şu ana kadar Gölge Avcıları serilerinin hepsinde büyük arkadaş grupları gördük fakat hiçbirinin dinamiği bu dörtlü kadar harika değildi. Hatta genelde Gölge Avcıları kitabında karakterlerin yalnızca parabatai olduğu kişilerle yakın arkadaşlıklarını okuruz. Fakat bu arkadaş grubunda herkes o kadar birbirine bağlı ve herkes bir şekilde birbirini o kadar iyi tamamlıyor ki sanki hepsi birbirinin parabataisi gibi.Okurken aralarındaki ilişkiye imrenmemek elde değil, bayıldım bu gruba!

Öte yandan Chain of Gold'da Cehennem Makineleri serisindeki sevgili karakterlerimizi ebeveyn olarak okumak çok güzel bir duyguydu. Özellikle Will'in babalığını okumak beni neşeyle doldurdu, her haline bayılıyorum William Owen Herondale!!! Jem'in Sessiz Kardeş olarak Herondale ailesinin aile hekimi gibi davranmasını okumak ise o kadar sevimliydi ve aynı zamanda o kadar üzücüydü ki. Benim minik tatlı Jem'im neler çekti Sessiz Kardeş olduğu dönemlerde ah ah :(

Kitabın ilk baskısına özel olarak eklenmiş olan Fairy Tale of London isimli bir Wessa hikayesi var kitabın sonunda. Wessa'nın düğün gününü anlatan bu hikayeyi okumak beni o kadar duygulandırdı ki... Her ne kadar Tessa'yı sevmesem de Wessa'nın uyumlu bir çift olduğunu inkar edemem ben bile. Ayrıca Will'i tekrar 19 yaşındaki haliyle okuma şansına erişmek harika bir deneyimdi. Umarım bir sonraki kitaplarda da Wessa'nın genç hallerine dair hikayeler sunar bize Cassie çünkü evliliklerinin ilk yıllarını gerçekten çok merak ediyorum ve Will Herondale içeren her şeyi okumaya dünden razıyım :D

Şimdi ufak spoiler'lı küçük bir bölüme geçiyorum shiplediğim kişiler hakkında. Bu kısım kitabın konusu hakkında spoiler içermeyecek fakat karakterler arasındaki ilişkiler hakkında minik temenniler içeriyor olacak.

I live for #thomastair!!! Aman Allah'ım, ben bu ikilinin enerjisini bu kadar seveceğimi hiiiiiiiiiiiiç düşünmemiştim! Cassie lütfen bize ve bu karakterlere hak ettiğimizi ver ve ikinci kitapta Thomastair okumamızı sağla! Bir diğer shipim ise, her ne kadar olması bana göre imkansız olsa da, Matthew ve Lucie... Cast Long Shadows'u okuduğumdan beri amansızca bu ikiliyi shipleiyorum ve bu kitapta da shiplemekte haksız olmadığımı gördüm bazı olaylar sonucunda. Matthew'un Lucie'ye karşı hassas davranışları kalbimi öyle bir sevgiyle doldurdu ki... Siz birlikte olmayacaksınız bundan eminim fakat olsanız harika olurdu Fairondale... 

-spoiler bitti-

Kısacası (ne kadar da kısa tuttun cidden Naz :D) Chain of Gold olay örgüsüyle beklediğim seviyeye ulaşamamış olsa da karakter derinlikleri ve ele aldığı ilişkilerin işlenişi bakımından kalbimi çok fena fethetti. Bilirsiniz ki her Cassie kitabı sizi hem mutluluğun zirvesine çıkarır hem hüzün yağmurlarında yıkar hem de sinir krizlerine sürükler. Chain of Gold da böyle bir kitaptı işte. Kitap boyunca senelerdir beklediğim bu karakterlere kavuşmanın mutluluğunun yanında karakterlerin yaşadığı şeyler yüzünden o kadar üzülüp sinirlendim ki kitap bittiğinde kitaba sarılmakla kitabı fırlatmak arasında kalmıştım. Şimdiden kendinizi hazırlayın Cassandra okurları, Chain of Gold sizin için duygu dolu bir hız treni olacak...

Sonuç olarak Chain of Gold'a bayıldım ve bir sonraki kitap Chain of Iron'un çıkması için Mart 2021'i nasıl bekleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yok. İlk okuyuşumu sindirdikten bir süre sonra kesinlikle tekrar okuyacağım Chain of Gold'u.

Çoğu insan Cassie'nin Gölge Avcıları hakkında yazmayı bırakmasını ve artık bu kadar kitabın yeterli olduğunu söylese de ben sonsuza dek bu görüşün aksini savunmaya devam edeceğim. Lütfen sürekli bu dünyayla ilgili şeyler yaz ve bizi muazzam karakterlerinle tanıştırmaya devam et Cassie!

Bu uzun yorumun tamamını okuduysanız size teşekkür ediyorum (bir yandan da sizi tebrik ediyorum tabii ki sfdfsdfa). Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakın!


We were all very brave then. I wonder sometimes if it is easier to be brave when one is young, before one knows truly how much there is to lose.


We do not get to choose when in our lives we feel pain. It comes when it comes, and we try to remember, even though we cannot imagine a day when it will release its hold on us, that all pain fades. All misery passes. Humanity is drawn to light, not darkness.


We can always pick up a book and read it anew. Stories offer a thousand fresh starts.


That's everyone's dream, isn't it, really? Instead of many who give you little pieces of themselves-one who gives you everything.


8 Mart 2020 Pazar

Bu Ay Neler Okudum? | Şubat 2020


Herkese merhaba! Bir ayı ve bir mevsimi daha geride bıraktık ve yavaş yavaş yaz aylarına doğru yaklaşıyoruz. Siz nasıl hissediyorsunuz bilmiyorum ama ben çok büyük bir yazcı olarak bahar mevsimine girer girmez içimde bir neşe ve kıpırtı hissetmeye başlıyorum. Her ne kadar bu sene kış mevsiminin sert şartlarını yaşamamış olsak da resmi olarak yaz aylarının iç ısıtan günlerine ulaşmak için sabırsızlanıyorum! :)

Şubat ayı benim için beklemediğim kadar verimli geçti. Muhtemelen bir kısmının tatile gelmiş olmasından mütevellit uzun zamandır ilk defa kitap okumaya bol bol vakit ayırabildim ve bu beni çok mutlu etti. Bu ay oldum olası mesafeli durduğum bir şeyle de haşır neşir olmaya başladım; e-kitaplar. E-kitap okumanın gözlerimi çok yoracağını ve bu okumaların asla normal kitapların yerini tutmayacağını düşündüğüm için senelerdir e-kitap okumaya yanaşmıyordum. Fakat şu sıralar okumak istediğim bolca İngilizce kitap biriktiği için ve malum dolar/euro kuru da uçmuş olduğu için istediğim her kitabı satın almamın mümkün olmadığını kabullenerek e-kitaplara yöneldim. Başlangıçta alışmakta zorlansam da bir süre içinde bunun gerçekten pratik bir yöntem olduğunu fazlasıyla tecrübe ettim ve voila, kocaman bir e-kütüphane kazanmış oldum.

Bu ayı beşi e-kitap olmak üzere toplamda on bir kitap okuyarak kapattım. Okuduğum her kitabın yorumunu bloga girmeye, maalesef ki, üşendim. Yorumlarını girdiğim kitaplar hakkındaki düşüncelerime kitap isminin üstüne tıklayarak ulaşabilirsiniz. Yorumlarını girmediğim kitaplar hakkındaki düşüncelerimi ise Goodreads'te yazdığım kısa yorumları ekleyerek bu yazıda belirteceğim.

1- Asi - Marie Lu PUAN: 4 / 5
3- Milk and Honey - Rupi Kaur PUAN: 3 / 5

gerçekten hoşuma giden yerleri vardı ve değindiği noktalar güzeldi fakat yine de biraz fazla abartıldığını düşünüyorum.
"what am i to you he asks
i put my hands in his lap
and whisper you
are every hope
i've ever had
in human form"
"we are all born
so beautiful
the greatest tragedy is
being convinced that we are not"

4- The Sun and Her Flowers - Rupi Kaur PUAN: 3 / 5
Bu kitaba Goodreads'te yorum yapmamışım fakat Milk and Honey hakkında düşündüklerimin aynısını düşünüyorum, güzeldi ama abartılıyor bence.
5- The Red Scrolls of Magic - Cassandra Clare PUAN: 5 / 5 (bunun yorumunu girmeyi düşünüyorum)

kitabın olay örgüsü bence diğer gölge avcıları kitapları kadar güçlü değildi, plot twist olarak öngörülen şeyi de nasıl olduysa vahiy inmiş gibi kitabın başında tahmin edebildiğim için pek şaşırmadım okurken. belki de tehlikeli savaş sahnelerini okurken heyecanlanmamamın nedeni magnus ve alec'in zaten şu an yaşıyor olmalarını bilmem olabilir çünkü kitap 2006'daki valentine'ın ayaklanmasından sonra, düşmüş melekler şehri'nin zaman diliminde geçiyor. bu yüzden hayatta kalacaklarından emin olduğum için gayet gönül rahatlığıyla okudum kitabı.

madem kitap seni şaşırtmadı, neden beş puan veriyorsun diyenler olacaktır. hemen açıklıyorum; MALEC'TEN BAHSEDİYORUZ BURADA. M A L E C. kitap boyunca yüzümdeki sırıtışı engelleyemedim, beş sayfada bir tanımlaması zor fangirl sesleri çıkarmaktan kendimi alamadım ve bu kitap beni çok ama çok mutlu etti. magnus ve alec'in arasındaki ilişkinin gelişmesi, magnus'un tonla tecrübesi olmasına rağmen alec'e karşı çekingenliği, alec'in ise her şeyi magnus'la birlikte keşfetmesi ve kendi kimliğini nihayet özgürce yaşaması kalbimi eritti. malec kesinlikle okuduğum tüm kitaplar arasındaki en en en en en en çok sevdiğim çift, keşke ete kemiğe bürünseniz de size sıkıca sarılsam :')
malec dolu koskoca iki kitap daha okuyacağımız için minnettarım. cassie, lütfen hep yazmaya devam et. zaman zaman bana sinir krizi geçirtsen veya beni deli gibi ağlatsan da yazdığın her şeyi okumayı çok seviyorum. var ol şekerim. 
8- Not: Hala Seni Seviyorum - Jenny Han PUAN: 3 / 5 

lara jean’e de, peter’a da aşırı sinir oldum kitap boyunca. cidden hiç sevemedim seni peter kavinsky... yine de böyle cheesy lise kitapları okumayı özlemişim, kafa dağıtmak için birebir.
9- Şimdi ve Sonsuza Dek, Lara Jean - Jenny Han PUAN: 5 / 5
hiç ama hiç beklemediğim bir şekilde bu kitabı çokkkkk sevdim. peter'a ilk iki kitap boyunca asla ısınamamış olmama rağmen bu kitapta kendisine ba-yıl-dım. lara jean'in yetişkin olmaya giden yolda ilk adımları atması, hayatının ilk büyük bocalamalarını yaşaması aşırı gerçekçi anlatılmıştı. özellikle de kitabın son 50 sayfasında çok duygulandım, sanırım karakterlerin olgunlaşmasını okumuş olmak beni oldukça etkiledi. ya da sanırım aklıma kendi lise mezuniyetim ve bu mezuniyette ne kadar duygusal olduğum geldiği için bu kadar etkilendim bu kitaptan.

peter k, ilk iki kitapta seni o kadar sevmemiştim ki bu kitapta da sana gıcık olacağımı düşünüyordum o yüzden. beni yanılttığın için çok mutluyum, ne kadar tatlı bir erkek arkadaşa dönüştün sen öyle ya yerim senii. lara jean, zaman zaman saçma davransan da (hangimiz davranmıyoruz ki zaten?) kendime en yakın hissettiğim karakterlerden biri oldun. büyümeni okumak çok büyük bir zevkti hayatım.
ayrıca ilk iki kitapta beklediğimi bulamadığım için üçüncü kitaptan beklentimi oldukça düşürmüştüm, belki de bu yüzden beklediğimden oldukça fazlasını buldum. tabii ki bu kitapta da klişeler ve yer yer saçmalıklar vardı fakat ilk iki kitaba kıyasla bunlar çok daha makul bir seviyedeydi.
sonuç olarak son kitap bu tatlı çerezlik seriye yakışan (hatta serinin diğer kitaplarını aşan) fazlasıyla güzel bir final olmuş. yüzümde bir sırıtış ve içimde ufak bir buruklukla yorumumu bitiriyorum :')
10- Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası - Taylor Jenkins Reid PUAN: 4.5 / 5

bu kitap kesinlikle beklediğim gibi bir kitap değildi... okumaya başlarken yüzeysel, chick-lit tarzı kafa dağıtmalık bir kitap olduğunu düşünüyordum fakat çok ama çok yanılmışım. okurken evelyn’in seçimlerini sorguladığınız kadar siz o durumda olsaydınız nasıl tepki verirdiniz diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi.

cidden oldukça iyi bir kitaptı. özellikle de kitabın son 100 sayfasını hem ağlayarak, hem şok olarak içimde bir buruklukla okudum. gerçekten güzeldi ya :’(
11- Bane Günlükleri - Cassandra Clare PUAN: 5 / 5 (bunun da yorumunu girmeyi düşünüyorum)
magnus’a ba-yı-lı-yo-rum!! 11 hikayeden oluşan bu kitapta neredeyse her hikayeyi okurken aşırı eğlendim, bu kadar seveceğimi hiç düşünmemiştim. malec hikayelerinin muazzamlığına diyecek bir şeyim zaten yok ama diğer hikayeler de en az malec içerenler kadar güzeldi. özellikle de peru’nun perde arkası, kaçak kraliçe ve gece yarısı mirasçısı hikayelerine bayıldım. bu kitapla catarina ve ragnor’u da daha fazla tanıma şansı yakalamış olmamız çok hoşuma gitti.

cassie ne yazarsa yazsın okumaktan asla vazgeçmeyeceğim, chain of gold’un çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorummmmm. 

Bu ayın favori kitabı olarak tek kitap seçemediğim için iki kitap seçiyorum; The Red Scrolls of Magic ve Bane Günlükleri. Daha önceki yazılarımı okudunuz mu bilmiyorum fakat okumadıysanız söyleyeyim, ben DELİCESİNE bir Cassandra Clare hayranıyım ve en ama EN SEVDİĞİM çift ise Malec. O yüzden bu ay Malec hakkında yazılmış iki kitap okuyup da bu iki kitabı favori seçmemem imkansız bir durumdu.

Kısacası bu ayı tahmin ettiğimden çok daha fazla kitap okuyarak kapattığım için fazlasıyla memnunum. Bakalım Mart ayında okuma performansım nasıl olacak.

Bir sonraki yazıda ve umuyorum ki en kısa zamanda görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın ve hoşça kalın! :)