From #1 New York Times bestseller Cassandra Clare and award-winner Wesley Chu comes the first book in a new series that follows High Warlock Magnus Bane and Alec Lightwood as they tour the world after the Mortal War. The Red Scrolls of Magic is a Shadowhunters novel.
All Magnus Bane wanted was a vacation—a lavish trip across Europe with Alec Lightwood, the Shadowhunter who against all odds is finally his boyfriend. But as soon as the pair settles in Paris, an old friend arrives with news about a demon-worshipping cult called the Crimson Hand that is bent on causing chaos around the world. A cult that was apparently founded by Magnus himself. Years ago. As a joke.
Magnus and Alec must race across Europe to track down the Crimson Hand and its elusive new leader before the cult can cause any more damage. As if it wasn’t bad enough that their romantic getaway has been sidetracked, demons are now dogging their every step, and it is becoming harder to tell friend from foe. As their quest for answers becomes increasingly dire, Magnus and Alec will have to trust each other more than ever—even if it means revealing the secrets they’ve both been keeping.
Sayfa Sayısı: 350
Baskı Yılı: 2019
Seri Adı: The Eldest Curses
Seri Sırası: 1 / 3
Goodreads Puanı: 4.23 / 5
____________________________________________________
Herkese merhaba! Bir başka Cassandra Clare kitabının yorumuyla daha karşınızdayım. Bu kadını ve kitaplarını o kadar çok seviyorum ki yorum girme konusundaki üşengeçliğimi dahi unutuyorum konu Cassie kitaplarına gelince. Neyse, giriş kısmını bu sefer gerçekten kısa tutarak yorumuma başlıyorum. UYARI; Bu yazı baştan sonra bir Malec güzellemesidir!!!!
The Red Scrolls of Magic 2006 yılında, Ölümcül Oyuncaklar serisindeki Düşmüş Melekler Şehri kitabının zaman diliminde geçiyor. 2006 yılındaki büyük savaşı ve Valentine & Sebastian ayaklanmasını atlatan Malec bu durumu kutlamak ve ilişkilerinde yeni bir adım atmak adına bir Avrupa seyahatine çıkmaya karar veriyor. Başlangıçta sevimli fakat bir o kadar da garip ilerleyen bu romantik tatil Magnus'un eskilerden bir dostunun çiftimize kaotik bir haber getirmesiyle yolundan çıkıyor. Bu eski arkadaşın getirdiği haber ise Crimson Hand isimli iblislere tapan bir kültün ortaya çıktığı ve bu kültün hem sıradanların hem de Aşağıdünyalılar'ın kaybolmasına ve ölmesine neden olduğu. Bunun Magnus'la ne alakası var derseniz hemen cevap vereyim; Crimson Hand'in başındaki insanın Magnus Bane olduğu düşünülüyor! On yıllar önce şaka niyetine küçük ve önemsiz bir topluluk olarak ortaya attığı ve sonradan tamamen unuttuğu bir kült olan Crimson Hand'in tehlikeli bir hale evrilmiş son durumu Magnus Bane'i hem töhmet altında bırakıyor hem de Alec Lightwood ile çıktığı romantizm dolu olması gereken tatili baltalıyor! Kitap boyunca Magnus'un kendini aklama çabasını ve bu kültün aslen nasıl yeniden dirildiğini keşfetmeye çalışmasını okuyoruz.
Kitapla ilgili eleştirilerimle başlıyorum öncelikle yorumuma. The Red Scrolls of Magic şu ana kadar okuduğum en tahmin edilebilir Cassandra Clare kitabı. Olay örgüsü gerçekten fazlaca basit ve içinde çok da fazla merak unsuru barındırmıyor. Plot twist olarak öngörülen durumu da ta en başından tahmin etmiş olduğum için kitabı okurken bir kere dahi şaşırmadım. Dümdüz öyle okudum yani merak etmeksizin. Aslına bakarsanız kitapta karakterlerimizin tehlikeye girdiği sahneler bolca var fakat kitabın 2006 yılında geçmesi ve bizim şu an Gölge Avcıları dünyasında 2013 yılında olmamız sebebiyle bu tehlikeli anları okurken zerre gerilmedim. Çünkü belli yani, kurtulacaklar :D Bir yandan da Ölümcül Oyuncaklar'daki karakterlerimiz Düşmüş Melekler Şehri'nde neler neler yaşarken Malec'in böyle bir tatilde olmasını okumak beni resmen aydınlattı ve birçok kez "Vay vay vay neler dönmüş be." diye düşündürerek eğlendirdi. Ayrıca tahmin edilebilir olması her ne kadar çoğu zaman kitabı sıradan hale getirse de bir açıdan güzel bir özellikti de. Bu kitap aynı zamanda ilk defa biri ölebilir paniği yaşamadan okuduğum Cassie kitabı oldu ve bundan ötürü karakterler arasındaki ilişkilere çok daha fazla odaklanıp bu ilişkilerden çoook daha fazla keyif alabildim.
Kitabımızın tahmin edebileceğiniz üzere iki ana karakteri var, Magnus ve Alec. Bu kitapta Magnus'un geçmişiyle alakalı çok fazla bilgiye ulaşıyoruz, heybetli büyücü Magnus Bane'i biraz daha yakından tanımış olmak beni fazlasıyla mutlu etti çünkü kendisi tüm Gölge Avcıları dünyasında en sevdiğim karakterlerden biri. O yenilmez ve son derece mutlu, parlak görünen Magnus Bane'in aslında güvensizliklerle dolu ve kendiyle ilgili aşamadığı problemlere sahip olduğunu görmek benim için oldukça ilgi çekici bir deneyimdi. Alec'i okumaya ise bayıldım. Ölümcül Oyuncaklar serisini okurken Alec karşımıza hep katı, kuralları takip eden ve koruyucu büyük kardeş olarak çıktı. Son kitaplara doğru Magnus'un onda bir şeyleri açığa çıkartmasını da okuduk tabii ki ama Alec'in 2006 yılında Düşmüş Melekler Şehri döneminde hala katı kuralcı bir Gölge Avcısı olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bu kitapta ise Alec'in sevdiği insanı korumak adına kuralları görmezden gelebileceğini (çünkü Magnus böyle bir kült kurmakla suçlanmasına rağmen buna dair Clave'e hiçbir bilgi aktarmadı ve hatta bu olayı Izzy ve Jace'ten bile gizledi) ve aslında ne kadar yumuşak kalpli bir insan olduğunu gördük. Gölge Avcıları'nın prensipleri altında kendini bir maskeyle gizlemek zorunda kalan Alec'in Magnus'la el ele kendini bulması ve gerçek kişiliğine daha fazla yaklaşması beni fazlasıyla etkiledi.
"It's great," Alec whispered, "Come and hold me. I want you next to me."
Magnus glanced up at him. Alec's eyes were closed and he was breathing deeply.
Come and hold me. I want you next to me. Maybe it was easier for Alec to say things like that when he was asleep. It hadn't occured to Magnus that Alec might feel self-conscious, saying things like that.
Böyle bir sahne geçiyor kitapta. Görüyorsunuz, minnoşum Alec içinden geçen duyguları ancak yarı uyanıkken, bilinçsizce dışa vurabiliyor. Hayatının aşkıyla Avrupa'da maceradan maceraya koşarken bile ona onu sevdiğini ve yanında mutlu olduğunu söyleyemiyor bir türlü işte. The Shadowhunter Chronicles boyunca Alec'i okumak benim için öylesine ilham verici bir şeydi ki! Kendinden utanan ve asıl kişiliğini gizleyen, dünyaya, her şeye ve herkese sinirli bir çocuktan kendine güvenen, kalbinde herkese yer olan ve ayakları sapasağlam yere basan güçlü bir yetişkine dönüşme sürecini okuduğumuzu düşündükçe duygulanıyorum. Nerede o Kemikler Şehri'ndeki huysuz Alec, nerede o Queen of Air and Darkness'taki muazzam Alec... Gerçekten çok duygulanıyorum düşündükçe ya :') The Red Scrolls of Magic'te de bu dönüşümün nasıl başladığını ve Magnus ile Alec arasındaki bağın nasıl bu kadar kuvvetli olduğunu okumayı çok sevdim.
Malec çiftini O KADAR ÇOK SEVİYORUM Kİ, kitap boyunca yüzümdeki sırıtışı engelleyemedim, beş sayfada bir tanımlaması zor fangirl sesleri çıkarmaktan kendimi alamadım ve bu kitap beni çok ama çok mutlu etti. Magnus'un tonla tecrübesi olmasına rağmen Alec'e karşı çekingenliği, Alec'in ise her şeyi Magnus'la ilk defa yaşaması ve böylesine ürkek tavırlar sergilemesi beni çooooooooook eğlendirdi. Uzun zamandır bir kitabı okurken bu kadar neşe dolu hissetmemiştim. Kitabı bitirdiğimde o kadar huzur doluydum ki kitaba sarılarak yaklaşık bir saat yüzümde aptal bir gülümsemeyle tavana baktım sddfgdf. Malec'in Gölge Avcıları dünyasındaki en iyi çift olduğunu düşünüyorum çünkü bu ikili birbirini, bana göre, diğer çiftlere kıyasla çok daha fazla dönüştürdü ve geliştirdi. Birlikte herkesin ilişkisinden farklı bir yolculuğa çıktılar ve ben bu iki karakterle de feci gurur duyuyorum! Alnıma Malec dövmesi yaptırıp gezmeme çok az kaldı gerçekten.
Kitapta Malec'in yanında yardımcı bir karakter olarak Shinyun isimli bir iblis efendisi daha görüyoruz ve bu karakter ana ikilimizin sırları çözmesine yardımcı oluyor. Şahsen bu karakter hakkında bir şey düşünmüyorum, hikayede bulunması gereken öylesine bir karakterdi bana göre. Diyorum ya, olay örgüsü cidden aşırı basit ve aşırı sıradan zaten. Shinyun da bu sıradan olay örgüsünün sıradan bir karakteri sadece.
Hikayede karşımıza çıkan eski karakterler de vardı. Tessa, Catarina, Ragnor, Raphael ve hatta Malcolm Fade bile bize hikayenin bir noktasında eşlik ediyor. Diğer serilerden karakterlerin başka serilerde görünmesine bayılıyorum ben, dolayısıyla bu karakterlerin hikayedeki varlığını da çok sevdim. Dediğim gibi, The Red Scrolls of Magic Magnus'un geçmişine dalmamız açısından oldukça kilit bir kitaptı ve bu karakterler ile Magnus arasındaki arkadaşlık ilişkisini okuma şansına erişmek sevindirici bir olaydı benim için. Alec'in geçmişinden sürpriz insanlar da görüyoruz; Aline Penhallow ve Helen Blackthorn! Günümüzde, yani 2013'te, evli olan bu ikilinin nasıl tanıştıklarını da The Red Scrolls of Magic'te okumuş oluyoruz böylece. Bu ikiliyi ve aralarındaki kimyayı okurken o kadar eğlendim ki, kelimelerle ifade etmem imkansız bunu. Zaten Gölgelerin Lordu ve Hava ve Karanlık Kraliçesi'nde bu harika çiftin varlığını okurken mest olmuştum, Haline ikilisinin geçmişine uzanmak benim için fazlasıyla sevindirici bir sürpriz oldu o yüzden.
Kısacası her ne kadar olay örgüsü bakımında en yetersiz kalan Gölge Avcısı kitabı olsa da The Red Scrolls of Magic bizi Malec dolu hikayelerle buluşturduğu için BAYILARAK okuduğum bir kitap oldu. Okumamın üstünden neredeyse iki ay geçmesine rağmen hala bu kitabı düşündüğümde sırıtmadan duramıyorum, o kadar tatlı bir kitaptı ki! Ben sırf Malec için üç sezon boyunca Shadowhunters dizisine katlanmış insanım, The Red Scrolls of Magic'i sevmemem beklenemezdi zaten. Söz konusu Malec olduğunda asla objektif olamayacağım, üzgünüm... Ama bence eğer bu kitabı okursanız siz de fazlasıyla memnun kalacaksınız çünkü bazen önemli olan kitaplardaki olaylardan ziyade karakterlerin ruh halleri ve duygu değişimleri oluyor hepimiz için. Bu kitap da Malec sevenleri faaaaazzzlaaaasıyla mutlu edecek bir kitap. Eğer benim gibi bir Malec aşığıysanız okurken mutluluktan ilginç ciyaklama seslerine ve türlü tepinme hareketlerine hazırlıklı olmanızı tavsiye ederim, kendinizden geçeceksiniz sevinçten :D
The Red Scrolls of Magic'in devam kitabı olan The Lost Book of the White 1 Eylül 2020'de yayınlanacak. Nisan ayının ilk haftasında ise kitabın kapağı paylaşılacakmış, merakla bekliyorum! Bu seri kesinlikle olmasa da olur, bunu sizlere rahatlıkla söyleyebilirim ve okumazsanız da hiçbir şey kaybetmezsiniz. Fakat Cassie bu seriyi yazdığı için ve Malec'e koskoca üç kitap ayırdığı için delicesine minnettarım, uzun süredir bir kitap beni bu kadar neşeyle doldurmamıştı ve serideki diğer kitapları okuma maceramın da en az The Red Scrolls of Magic kadar mutluluk dolu olacağına eminim. Hele ki ikinci kitapta zevkten dört köşe olacağımı düşünüyorum çünkü 2010 yılında geçen The Lost Book of the White Malec'in evlat edindiği ilk çocuk olan Max Lightwood-Bane'i de içerecek ve ilk defa uzun uzun Malec'i ebeveyn olarak okuyabileceğiz! Ayrıca bu kitapta Jem'in Çin'deki ailesi olan Ke soyuna dair bazı şeyler de öğreneceğiz ve kitapta Jem&Tessa da olacak! Ayrıca duyurulan bilgilere göre bu kitapta Jace, Clary, Isabelle ve Simon da yer alacak ve bu kitapta ayrıntılı olarak Clary ve Simon'ın arasındaki parabatai bağının ikisinin dinamiğini nasıl etkilediğini okuyacağız. Bu bilgilerin çoğunu bu yazıyı yazarken yaptığım araştırmada öğrendim ve şimdi ikinci kitap için daha da heyecanlıyım!
Malec seviyorsanız, Gölge Avcıları dünyasını özlediyseniz ve kendinize stres yaşatmadan bu evrende geçen bir kitap okuma ödülünü bahşetmek istiyorsanız The Red Scrolls of Magic'e mutlaka şans vermelisiniz. Bu kitapta olduğu gibi gelecek kitaplarda da karakterlerimiz hakkında bilmediğimiz geçmişten gelen sırları ve olayları keşfederken zevk alacağınızı düşünüyorum.
Bir sonraki yorumumda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın!
It's a classic love story. I hit on him at a party, he asked me out, then we fought an epic magical battle between good and evil side by side, and now we need a vacation. The thing is, he's a Shadowhunter.
I deeply appreciate you saving my life. I'm very attached to my life. However, if it comes to a choice between your life and mine, Alec, remember I have already lived a very long life.
They were suddenly synchronized, gliding across the floor as gracefully as any other couple in the room, and all at once Alec knew how it was to really dance with someone - a thing Alec had never even known to want. He'd always assumed that storybook moments like these were meant for Jace, Isabelle, anyone but him. Yet here he was.
(alıntıları tekrar okurken bile gözlerimden kocaman kocaman kalpler çıkıyor, bayılcam mutluluktan dvfdgsdfv)