Yüksektepe sizin için savaşacaksa,” dedi başbakan, Tiberias’a bakıp, “Sizin de bizim için savaşmanız gerek.” Davidson’ın gözleri altın renginde parıldıyordu. Tiberias’Inkilerse kızıl alevler gibiydi. “Size kuzeyin alevi diyorlar, Majesteleri. Bize alevleri gösterin.”
Sonra bana baktı.
“Ve bize fırtınayı gösterin.”
Zaferin bir bedeli var!
Mare Barrow bunu, Cal’in ihanetiyle yerle bir olduğunda öğrenmiştir. Artık kalbini korumaya, Kızıllar ile Yenikanların özgürlüğünü kazanmaya ve Poyraz Krallığı’nı yok etmeye kararlıdır… Maven’ın başındaki taçtan başlayarak.
Fakat hiçbir savaş yandaşlar olmadan kazanılmaz ve Mare, kendisini perişan etmiş oğlanı yenebilmek için kalbini kırmış bir başka oğlanla omuz omuza vermek zorunda kalacaktır. Cal’in Gümüş müttefikleri, Mare ve Kızıl Muhafızlar’la birleştiğinde yenilmez bir güç oluşturur. Ancak Mare’yi elde etmek isteyen Maven’ın gözü hiçbir şey görmeyecektir… önüne çıkan her şeyi ve herkesi yok etmesi gerekse bile.
Mare’nin, uğruna savaştığı her şey tehlikededir. Zafer, Gümüş krallıklarını devirmeye yetecek midir? Yoksa küçük şimşek kız sonsuza kadar sessizliğe mi mahkûm olacaktır?
Victoria Aveyard’ın muhteşem serisinin son kitabında Mare tüm gücünü toplamak zorunda kalacaktır… Çünkü herkes sınanacaktır fakat herkes hayatta kalmayacaktır.
“Serinin yeri yerinden oynatan son kitabında aksiyon tüm hızıyla devam ediyor.”
- School Library Journal
Sayfa Sayısı: 672
Baskı Yılı: 2018
Orijinal Adı: War Storm
Seri Sırası: 4 / 4
Goodreads Puanı: 3.88 / 5
_____________________________________________________________
Herkese merhaba! Blog yazmaya döndüğümü iddia ederek ta Haziran ayında yayınlamış olduğum son yazımdan sonra yine karşınızdayım. Yazın kendimi daha çok dizi izlemeye verdiğim ve okulun açılmasıyla da kafamı kaldıracak vakit dahi bulamadığım için yine blog Amerikan kovboy filmlerinde toz birikintilerinin uçuştuğu sokaklara benzedi maalesef ki. Çok uzun zamandır düzenli olarak yazmadığım için bir üşengeçlik yaşıyorum ve "Yazsam okunur mu ki?" soruları da kafamı meşgul ediyor tabii. Bu blogu tamamen çürümeye terk etmek istemediğim içinse ara ara böyle gelip kitap yorumlarına devam etmeye çalışacağım, yani aynı gifteki Britney gibi giriş yapıyorum Blogger'a. Yeterince kafanızı şişirdiysem nihayet başlıyorum yorumuma.
-Kralın Kafesi'ni okumamış olanlar için spoiler içerir-
Biliyorsunuz ki üçüncü kitap Cal'ın her şeye karşı tacını seçmesiyle sona ermişti. Ayrıca Samos hanesinin kurduğu Uçurum Krallığı ile güçlerini birleştirmek adına Evangeline ile evlenmeyi de kabul etmişti. Kızıl Muhafızlar ve Yüksektepeliler ise Poyraz'da bir iç savaş çıkma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşündükleri için ülkenin bölünecek olmasını kendi avantajlarına çevirmek için beklemeye başlamışlardı. Dördüncü kitap da olayların kaldığı yerden devam ediyor. Olası bir savaşa dair Yüksektepe ordularının desteğine ihtiyaç duyan Cal'ın Başbakan Davidson'u ikna etmeye çalıştığını, bir yandan da yeni kurulan Uçurum Krallığıyla bir denge kurmaya çalıştığını okuyoruz kitap boyunca. Öte yandan Maven'in ise Gölbölge'nin yöneticisi Cygnet hanesi ile işbirliği içinde olduğunu görüyoruz, Cygnet'lerin prensesi Iris ile evlenmiş olması onu kullanarak (ya da tehdit ederek desek daha doğru olur sanırım) Gölbölgeliler'den istediği yardımı almasını sağlıyor. Maven cephesinin de Cal cephesinin de ihtiyaçları olan yardımları elde etmek adına bazı tavizler verdiğini ve bazı planlar kurduğunu görüyoruz. Tüm bunların yanında bir de Mare var tabii, Cal'a karşı olan duyguları ve uğruna birçok şeyden vazgeçtiği davası arasında bocalayışını ve tüm bu yükle başa çıkmaya çalışmasını okuyoruz kitap boyunca.
-spoiler bitti-
Bu yorum biraz tüm Kızıl Kraliçe serisinin yorumu olacak. Diğer kitapları da okumuş olmama rağmen maalesef üşengeç bir insan olduğum için ikinci ve üçüncü kitabın yorumlarını girmeyi şimdilik düşünmüyorum. O yüzden son kitabın yorumunu yaparken genel olarak seriye dair düşüncelerimi aktarmaya karar verdim.
Kızıl Kraliçe serisi Türkçeye ilk çevrildiğinde hevesle okumaya başladığım bir seriydi. Çıkar çıkmaz TÜYAP fuarında Pegasus standına koşa koşa gidip almıştım ilk kitabı. Aynı heyecanla kitabı okuyup hemen yorumunu bloga da girmiştim. Okumak isterseniz sizi şöyle alalım. Sonradan ne olduysa birden seriye karşı ilgimi kaybettim. İkinci kitap ilk yayınlandığında yine hemen almıştım kitabı ama bir türlü okumaya devam edememiştim. Böyle böyle aylar yılları kovaladı derken 2019'un yaz aylarında "Kızıl Kraliçe diye bir seri vardı ya." farkındalığı geldi bana. O zaman yalnızca iki kitabı elimde vardı ve tüm kitaplarının yayınlandığını bildiğim için seriyi toptan alıp okurum diye düşünürken benim biricik parabatai'm geri kalan kitapları bana hediye etti. Artık önümde okumamak için hiçbir engel kalmamıştı yani :D Bunun sonucunda Kızıl Kraliçe'yi tekrar okuyarak bu seriye yeniden başladım. İlk kitabı ilk okuduğum zamanlarda 16 yaşındaydım, bu yüzden kitabı ikinci okuyuşumda kitaba dair düşüncelerimin değişeceğini ve eskisi kadar sevmeyeceğimi düşünmüştüm. 20 yaşında, çoğu kişinin artık young adult türünden elini eteğini çekmeye başladığı yaşta, ikinci kez Kızıl Kraliçe'yi okurken ilk kitabı okuduğumda hissettiğim heyecanın aynısını hissettim. Zaten üstünden dört seneye yakın zaman geçtiği için kitabın detaylarını da unutmuştum, yalnızca sondaki büyük beklenmedik gelişme olan Maven olayını hatırlıyordum. Bunlardan ötürü kitabı oldukça keyifle okudum.
Kızıl Kraliçe benim beklediğimden çok daha fazlasını bulduğum bir seri oldu. Favori serilerim arasında girer mi, sanmıyorum. Fakat birkaç sene sonra tekrar okumayı düşündüğüm serilerden biri olabilir mesela. Serinin her kitabında olaylar tahmin edilemeyecek derecede girift bir hale gelerek okuyucunun merakı körükleniyor. Son dönemlerde çok fazla kitap okuyacak vakit bulamıyorum maalesef ki ama buna rağmen seriyi okurken kendime okumak için vakit yaratıp durdum. Uzun zaman sonra böyle istekle okuduğum bir seri bulmuş olmak, ya da yeniden bulmuş olmak diyelim, beni gerçekten sevindirdi.
Savaş Fırtınası'na gelirsek, bu kitabın olay örgüsü de diğerleri gibi heyecanlı olsa da bazı yerlerde sahne doldurmak adına yazılmış gereksiz bölümler vardı. Bu kısımlar çok uzun olmasa da kitaba dahil edilmeseydi daha akıcı bir anlatım olurdu diye düşünüyorum. Ayrıca bu kitapta Kızıl Kraliçe'nin geçtiği evreni çok daha iyi tanıma fırsatını yakalıyoruz: Yüksektepe'ye yapılan yolculuklar, Uçurum Krallığı'nda geçen bölümler, Gölbölge ülkesini tanımamız... Yalnızca tek mekana sıkışmamış bir hikaye yaratma açısından Victoria Aveyard'ın başarılı olduğunu düşünüyorum bu yüzden. Öte yandan kitapta dikkatimi çeken bir başka şey de bu kitabın diğer kitaplara kıyasla daha çok entrika ve politika içermesi oldu. "Herkes herkese ihanet edebilir." mottosuyla hareket eden tarafların sürekli bir güvence arayışı ve bundan doğan politik hamleleri okumak hoşuma gitti. Kitabın biraz daha fazla siyasi hamlelere odaklanmış olması bazıları tarafından kitabın yavaş ilerlediği şeklinde algılanabilir olsa da bana kalırsa her şeyin aksiyon ve savaşla çözülmek yerine daha politik bir temele oturtulması daha başarılı bir zemin hazırlamış final kitabı için. Bu kısımları okurken genel olarak sıkılmadım, hatta acaba yapılan bu hamleye öbür tarafın karşı hamlesi ne olacak diye düşünürken buldum kendimi. Bu açıdan olay örgüsünün büyük çoğunlukla sıkıntılı olmadığını düşünüyorum.
Bahsettiğim gibi, yeni bölgeler ve ülkeler tanıyoruz bu kitapta. Bu bölgelerden Yüksektepe'ye bayıldım, keşke tüm kitap orada geçseydi diye düşünmedim değil. Acımasız ve eşitlik karşıtı bir Gümüş krallığı olan Poyraz'ın aksine demokratik Yüksektepe'nin örgütlenmesi, işleyişi ve buradaki hayatın akışı çok daha hoşuma gitti. Bu ülkeye dair bir kitap yahut novella okumayı isterim, Aveyard'a duyurulur :D
Gelelim karakterlere, bu konuda da biraz seri geneli üzerinden giderek yorum yapacağım. İlk kitabımın yorumunda karakterlerle aramda pek bağ kuramadığımı söylemiştim. Serinin sonunda bu görüşüm çoğunlukla değişti aslına bakarsanız, ama hala kendimi tam anlamıyla karakterlere bağlı hissedemiyorum. Örneğin, en sevdiğim kitap karakterlerini düşünürken bu seriden herhangi bir karakterin aklıma geleceğini sanmıyorum. Bu muhtemelen benden kaynaklı bir sorun, çünkü karakterlerle neden bağ kuramadığıma dair düşündüğümde somut bir neden bulamıyorum. Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın lütfen, karakterlerin çoğunu seviyorum, sadece bir türlü kendimi onlarla tamamen bağlı hissedemedim.
Bu serideki karakter gelişimlerinin oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Neredeyse hiçbir karakter başladığı gibi kalmadı, gelişti ve dönüştü. Mare sıradan çevik hırsız bir Kızıl kızken, yine sıradan bir balıkçı çocuğu askerlikten kurtarmak adına girdiği bu yolda korkusuz bir lidere dönüştü. Kendisi bir yönetici veya lider olmadığını iddia etse de insanların ondan güç aldığı birçok konu olduğunu görmek mümkün. Çok şey kaybetti, çok şey feda etti bu yolda ve yaşadığı tüm travmalarla oldukça başarılı bir şekilde başa çıktı. Bazı insanlar Mare'nin bazı davranışlarının sinir bozucu olduğunu, kararsız olduğunu düşünüyorlar. Arkadaşlar, hadi biraz gerçekçi olalım. Bu kız yalnızca 18 yaşında, hayatı boyunca değersiz görülen bir Kızıl olarak yaşamış birisi. Samimiyetine tek inandığı Gümüş olan Maven tarafından sırtından bıçaklanmış, kendini birden bir isyanın yüzü olarak bulmuş, sürekli ölme ve sevdiklerini kaybetme korkusuyla yaşayan (ve hatta onları kaybeden) tekrarlıyorum sadece 18 yaşında bir kız. Dört kitaplık serinin çıkmasını beklerken geçen zaman bizim için çok uzun olsa da serinin geçtiği dünyada tüm olaylar yalnızca bir yıl içerisinde gerçekleşiyor. Bu bir yıl içerisinde Mare'in her şeyi doğru yapan ve asla bocalamayan yenilmez bir isyan liderine dönüşmesi çok saçma olurdu zaten. Korkuları olan, kendini suçlayan, karar vermekte zorlanan, aşk karşısında savunmasız bir genç kız olarak yansıtılması oldukça gerçekçi bir portre çizmişti bence. Bu açıdan Mare'in hem seri boyunca hem de kitap boyunca yaptığı ya da yapmadığı şeyler için ona sinirlenmedim, sonuçta Mare her ne kadar bir isyanın fitili olsa da hepimiz gibi kendini bulmaya çalışan genç bir kız. Bunun yanında, gücünü kullanma konusunda uzmanlaştıkça kendine güveninin artması ve kendini bu yolla tanıması oldukça iyi bir şekilde aktarılmıştı seri boyunca. Onun sıradan bir hizmetçi Kızıl kızdan kudretli Şimşek Kız'a dönüşmesini okumak benim açımdan çok keyifliydi. Keşke gücünü kullandığı sahneleri çok daha fazla görebilseydik, o şimşekler savurup fırtınalar estirdikçe ben içimden "YOU GO GUURLLL!" diye naralar atıyordum :D
Cal'a geçelim. Yüce Tiberias Calore. Ben bu karakteri seviyorum,cidden. Çoğu kişi ilk kitabında sonunda Mare'yi ihbar ettiği için veya üçüncü kitabın sonunda Mare yerine tacı seçtiği için bu karaktere kızdı. İlk okuduğumda ben de sinirlenmiştim, yalan söyleyemem. Fakat sonradan yaptığı bu seçimleri Cal'ın yetişme tarzı içinde ve ülkesinin durumunun bağlamında değerlendirince yine ona hak verdim. 19 senedir yüce krallığınızı korumak ve kollamak için yetiştirildiğinizi düşünün, yaptığınız her şey buna göre ayarlanmış. Sizin amacınız sizden çok daha üstün bir olgu olan krallığı korumak. Siz olsanız doğduğunuzdan beri içinde olduğunuz ve herkesin düzenini sağlayacağına inandığınız öğreti tarzını aşkınızdan ölseniz bile bırakır mısınız? Bu açıdan değerlendirdiğimde Cal'ın oldukça prensipli birisi olduğunu düşünüyorum, yaptığı hiçbir şeyi direkt olarak kendi çıkarı uğruna yapmadı bana göre. Hayatınız boyunca en büyük çarkı olduğunuz düzenden çat diye vazgeçmek kolay değil. Tüm bunları incelersek Cal'ın dönüşümünün ve değişiminin istikrarlı ve tutarlı bir şekilde seri ve kitap boyunca yansıtıldığını düşünüyorum. Cal gerçekten iyi birisi, delicesine sevdiği Mare'yi ülkesi için iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapmak için bırakacak kadar da diğerkam. Mare'ye duyduğu sevginin yanında beni hala Maven'in düzeleceğine dair umut taşıması da çok etkiledi. Nahif bir insansın Cal, seviyorum seni. -spoiler- Kızıllara taçtan vazgeçmeden önce bile tanıdığı haklar, askerleri savaşırken ölmek pahasına onların yanında durması ve asla kaçmaması onun gerçekten merhametli birisi olduğunu gösteriyor. Taçtan vazgeçeceğini tahmin etmek çok zor değildi bence, karakter buna hazırlanmıştı seri boyunca. Onun yerine başka birisi olsaydı bunu asla yapmazdı, bu onun ne kadar iyi niyetli birisi olduğunu gösterir. -spoiler bitti- Sonuç olarak Cal bu serideki karakter gelişimini en sevdiğim karakterlerden biri oldu.
Maven'le devam edelim. Kendisini ilk kitapta iyi biriymiş gibi rol yaparken dahi çok samimi bulmuyordum. İlk kitabın sonunda asıl yüzü ortaya çıktığından beri ise tam anlamıyla nefret ediyorum ondan. Bu kitapta onun bakış açısından okumuş olsak dahi motivasyonlarını anlamakta güçlük çektim. Yaptığı hiçbir şey kendi iradesiyle değil, biliyorum. Elara'nın onun içindeki insansı olan tüm yanları aldığının da farkındayım ama bu yaptıklarının kötülüğünü azaltan bir bahane değil. Bir zamanlar içinde bir insan varsa dahi Maven artık bir kabuktan ibaret. Onun iç dünyasını okurken yalnızca çok iyi stratejist bir robotun zihnindeymişim gibi hissettim, duyguya dair bir şey yoktu. Şeytan annesi yüzünden bu durumda olması cidden üzücü, o pislik kadın yüzünden duygusuz bir kuklaya dönüşmüş olması çok korkunç. Fakat baktığımızda Maven ne yaşamış olursa olsun kötü birisi olmuş ve insanlara zarar vermiş. Düzeltilemez durumda olan bu karakterin neden sevildiğini pek anlamıyorum, özellikle yabancılarda pek bir Maven hayranlığı var Goodreads yorumlarından gördüğüm kadarıyla. Maven'ı seven herhangi birisi varsa yorumlarda neden sevdiğini açıklayabilir mi acaba, cidden merak ediyorum çünkü. Maven'ın Mare'ye hissettiği duyguların aşk olduğunu da asla düşünmüyorum, hastalıklı bir takıntı sadece. İnsan sevdiği kişiyi Sessiz Taşlar arasında bırakıp içi boş bir yürüyen ölüye dönüşmesine izin vermez, hastalıklı bir sahip olma duygusu bu sadece. Maven'ın annesi olmasaydı olabileceği kişi için ve harcanmış onca potansiyel için üzülsem de Maven'ın olduğu kişiden tamamen nefret ediyorum. Bu kadar duygusuz bir karakterin bakış açısından olayları izlemiş olmak ilginçti ama, itiraf etmem gerek bunu. Seri boyunca Maven'in bir karakter gelişimi yaşadığını düşünmüyorum, sadece rol yaparak halkın sevgisini kazanan saf kötü birisiydi işte. Olamadığın kişi için üzgünüm Maven ama olduğun kişi mümkünse benden uzak olsun. Ayrıca şunu eklemek istiyorum, keşke Maven ve Thomas hakkında daha çok bilgi alabilseydik. Aralarındaki ilişkinin nasıl ilerlediğini ve Maven'in gerçekten bir şeyler hissedip hissetmediğini okumayı çok isterdim. Belki de o zaman tamamen bir canavara dönüşmemişti ve gerçek kişiliğinden izler okuyabilirdik bu hikayede.
Seri boyunca karakter gelişiminden en etkilendiğim insan Evangeline oldu. Üçüncü kitapta Mare'nin tutsaklığından kurtulması için ettiği yardımı okurken ağzım kelimenin tam anlamıyla açık kalmıştı. Bizim korkusuz, sert ve tehlikeli olarak gördüğümüz demir leydi Evangeline Samos meğerse abisine çok düşkün, aşkı için her şeyi göze alabilen, kraliçelikte gözü olmayan, asi ve bağımsız bir kızmış! İlk üç kitapta kendisine gıcık olurken dördüncü kitapta onun bakış açısından aktarılan bölümleri iple çekmeye başladım. Takındığı güçlü maskenin ardına sakladığı kırılgan kişiliğini okumak beni gerçekten şaşırttı. Kırılgan olması güçsüz olduğu anlamına gelmiyor tabii ki, yeri geldiğinde öyle planlar yapıp öyle kararlar aldı ki önünde eğilip saygılarımı sunmak istedim kendisine. Ptolemus, nam-ı diğer Tolly, ile ilişkilerini de gerçekten sevdim. Bu kötü ve amansız görünen iki kardeş de meğerse korkuları ve endişeleri olan iki insanmış sadece. Ayrıca Evangeline'in Mare ve Cal'ı bir araya getirmek için türlü bahaneler üretmesi aşırı eğlenceliydi, resmen çöpçatan oldu kız :D Volo Samos ve Larentia Viper gibi iki şeytani ebeveynin yönlendirmesi altında geçirilmiş bir yaşamı olan Evangeline'nin aslında kraliçe olmayı bile kendisinin istemediğini fark etmesiyle kendine çizdiği yol beni gerçekten etkiledi. Duygusuz ölümcül Evangeline Samos'un bile aşka teslim olabileceğini okumak cidden içimi ısıttı.
Diğer karakterlerden de bahsedeyim kısaca. Farley, seri başından beri sert mizacını korusa da zaman içerisinde kendini Shade'e, Mare'ye, babasına açtıkça onun içinde de yumuşak bir taraf olduğunu öğrendik. Hele ki minik Clara'nın doğmasıyla annelik içgüdüsünün Farley'i ele geçirmesi çok tatlıydı, her çatışmadan döner dönmez Clara'yı kucağına almak için koşturması... Annelik cidden General Farley bile olsanız sizi yumuşatıyor işte. Kilorn, ah Kilorn! Seri başından beri çok seviyorum bu karakteri, hiçbir zaman Mare ile olmalarını desteklemedim (çünkü #TeamCalForever) ama serideki varlığının seriye farklı bir tat kattığını düşünüyorum. Her şeyin Kilorn sayesinde başlamış olmasının yanı sıra mizah anlayışı, Mare ile olan muazzam arkadaşlık ilişkisi serinin keyfini arttıran unsurlardı bana göre. Seri boyunca aşık bir çocuktan harika destekleyici bir arkadaşa dönüşmesini zevk alarak okudum, Cal ile aralarındaki suların durulması ve hatta arkadaş olmaları da oldukça hoşuma gitti. Korku dolu bir balıkçı çocuktan gözü kara bir isyancıya dönüşmeni okurken çok keyif aldım Kilorn, seviyorum seni de. Bu kitapta çok yer tutan bir başka karakter de Iris'ti. Ben bu karaktere üçüncü kitapta seriye dahil olduğundan beri ısınamadım bir türlü, hatta benim için kitabı sıkıcı yapan en büyük unsur Iris'in bakış açısından anlatılan bölümlerdi. Keşke onun bakış açısını görmek yerine Maven'ın gözünden okusaydık o bölümleri. Denedim ama seni sevemedim Iris, üzgünüm. Başbakan Davidson da seride önemli yeri olan bir karakter, kendisini sevdim. Hatta dediğim gibi, Yüksektepe ile ilgili bir hikaye de okumayı çok isterim. Ülkesi için sağlam bir şekilde hem siyasi hamlelerle hem de sahada savaşmasıyla takdirimi kazandı. Değinmek istediğim bir başka karakterse Cameron. Her ne kadar kendisi bu kitapta neredeyse hiç yer almasa da ben Cameron'u gerçekten çok sevmiştim. Yeni eklenen karakterler arasında en sevdiğim oldu diyebilirim. Herkesin korktuğu Şimşek Kız'a karşı çıkacak cesaret göstermesi, ikiz kardeşini korumak için her şey göze alması ve aşırı cesur olmasıyla seride öne çıkan bir karakter oldu benim için. Keşke daha çok okusaydık onu, ya da umarım ki herhangi bir devam novellası yazılırsa Cameron'u da bu hikaye içinde görme fırsatını yakalarız.
-spoiler- Mare, Cameron ve Kilorn arasında bir şeyler olduğunu ima edince aşırı şaşırdım ve gerçekten ÇOK sevindim. İkisinin de çok mutlu olmasını istiyorum ve bu mutluluğu birbirlerinde bulurlarsa çok daha fazla sevinirim. Umarım bu ikilinin geleceğine dair bir şeyler de öğrenebiliriz.
-spoiler bitti-
Öte yandan bu kitap serideki en fazla bakış açısına sahip kitaptı. Olayları Mare, Cal, Iris, Evangeline ve Maven'in gözünden okuduk. Farklı perspektiflerle bu dünyayı görme şansına sahip olduğumuza cidden sevindim. Bu yolla karakterleri daha iyi tanımayı ve onlarla daha çok empati yapmayı başarabildik, o yüzden bu çeşitlilik çok hoşuma gitti. Daha önce de belirttiğim gibi Iris bölümlerini bunun dışında tutuyorum, çünkü cidden bu bölümlerde sıkıldım. Gölbölge ve Cygnet hanesi bana sıkıcı bir hane gibi geldi. Bu bölümler dışında yansıtılan bakış açıları kitabın heyecanını arttıran bir unsur oldu benim için. Yine daha önce de belirttiğim gibi, Evangeline bölümlerini okumaya ba-yıl-dım! Hiç ummadığım kadar sevdim seni Evangeline.
Sonuç olarak Kızıl Kraliçe serisi bana beklediğimden çok daha fazlasını veren ve keyifle okuduğum bir seri oldu. Serinin en sevdiğim kitabı Cam Kılıç olsa da genel olarak tüm kitapların sürükleyici olduğunu düşünüyorum. Savaş Fırtınası eksikleri olan bir kitap olsa da final kitabı olarak beğendiğim bir kitap oldu. Serinin Goodreads puanı beklediğimden daha düşük, son kitabın puanı 3.88 mesela. Belki de bu puanlara bakarak beklentimi düşürüp okuduğum için bu seriyi düşündüğümden daha çok sevdim. Kusursuz bir seri değil evet, ama bence iyi bir distopya olarak sayabileceğimiz bir seri. Ben her zaman olduğu gibi daha ikinci kitabı okurken serinin son kitabında olan her şeye dair spoiler yemiştim, her şeyi biliyordum yani. Buna rağmen okurken yine de elimden bırakmak istemediğim bir kitap oldu Savaş Fırtınası, dolayısıyla başarılı bir kitap olduğunu düşünüyorum.
-spoiler- Goodreads'te kitapların puanlarını incelediğimde Maven'in ağırlıklı olduğu kitapların daha yüksek puan aldığını gördüm. Mesela Maven'in elinde uzun tutsak kalan Mare'in olduğu üçüncü kitabın puanı 4'ken genellikle Cal'ı okuduğumuz ikinci kitabın puanı 3.92. Yine Maven'in sürüm sürüm süründüğü ve nihayet öldüğü son kitabın puanı da 3.88. Sanırım cidden Maven'i seven ciddi bir kitle var. Maven'in ölmesi benim ne kadar iyi karşıladığım bir olay olsa da Maven hayranları tarafından iyi karşılanmadığı için kitabın puanı kırılmış olabilir belki de. -spoiler bitti-
Seri her ne kadar bitmiş sayılsa da bence ele alınabilecek çok konu bıraktı ardında. Yukarıda da ele alınabilecek birkaç konudan söz ettim zaten. 2019'da yayınlanan Broken Throne isimli 4.5'uncu kitap olarak geçen bir novellalar birleşimi var. Altı novelladan oluşan bu kitaptaki novellalardan ikisi Kızıl Kraliçe kitabından önceki olayları, biri Savaş Fırtınası esnasındaki olayları, üçü de Savaş Fırtınası'ndan sonraki olayları ele alıyor. Pegasus bu kitabı da basma hazırlığındaymış fakat henüz net bir yayınlanma tarihi vermiyorlar. "Yok ya, bu serinin novellalarını okumam ben." diye başladığım Kızıl Kraliçe serisinin bu kitabını muhtemelen çevrilmesini bekleyemeden orijinal dilinde okuyacağım. (her ne kadar bu kitapla ilgili de her şeyin spoiler'ını yemiş olsam da...) Bu tip ekstra hikayelerle anlatılan dünyalara dönmeyi seviyorum, umarım Victoria Aveyard ara ara bizi bu hikayelerle Kızıl Kraliçe dünyasına doyurmaya devam eder.
Son olarak bahsetmeden geçmek istemediğim bir şey var; serinin kapakları. Her biri görsel şölen olan bu kapakları tasarlayan kişiyi gerçekten tebrik ediyorum. Her kitabın üstündeki bağlama uygun tasarlanmış taçları incelemek çok çok çok hoşuma gidiyor. Öte yandan Pegasus'un baskısının da oldukça kaliteli olduğunu düşünüyorum ama gerçekten, GERÇEKTEN, 100 lira fiyat biçmek nedir? İnternet alışverişiyle ortalama 60 lira gibi bir fiyata alınabiliyor kitap evet ama 60 lira ucuz mu sanki?! Gerçekten anlamıyorum bu gereksiz pahalılığı. Tamam kalitelisiniz ama sizin gibi kaliteli ciltli baskı basan başka yayın evleri de var, onlar neden bu kadar uçuk fiyatlar sunmuyorlar okuyucuya? Sinirliyim cidden bu konuda.
Seride beni en sarsan ve şok eden olayı eklemeden bitirmek istemedim yazıyı; Shade'in ölümü... Üstünden iki kitap geçmiş olmasına rağmen ben bu ölümü atlatamadım arkadaşlar. O kadar ani ve beklenmedik geldi ki. Kitabı metroda okurken Shade'in öldüğü sahneye geldiğimde kendimi tutamayarak "HAYIR YA!" diye yükselmiştim... Gönlümüzdesin Shade :(
Uzun zamandır yorum yazmamıştım ve sizlerle böyle uzun uzun düşüncelerimi paylaşmak iyi geldi bana. Sizler de kitap hakkındaki düşüncelerinizi, spoiler ibaresi kullanarak, yorumlara yazabilirsiniz :) Ayrıca bir şey için özür dilemek istiyorum, ben blogun yorum kısmına yıllardır bakmıyordum ve dün birden aklıma gelip baktığımda özellikle Kızıl Kraliçe'ye yazdığım inceleme için yayınlanmayı bekleyen bir sürü yorum biriktiğini fark ettim. Seneler önceden kalma yorumlar olduğu için yayınlamadım bunları fakat özür dilemek istiyorum görmediğim bu yorumlar için. Eğer ki o kitap incelememe yorum yapanlardan biriyseniz ve bu yazıyı okuyorsanız yorum yapıp düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim :)
Herkese sevgiler.
Biliyorsunuz ki üçüncü kitap Cal'ın her şeye karşı tacını seçmesiyle sona ermişti. Ayrıca Samos hanesinin kurduğu Uçurum Krallığı ile güçlerini birleştirmek adına Evangeline ile evlenmeyi de kabul etmişti. Kızıl Muhafızlar ve Yüksektepeliler ise Poyraz'da bir iç savaş çıkma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşündükleri için ülkenin bölünecek olmasını kendi avantajlarına çevirmek için beklemeye başlamışlardı. Dördüncü kitap da olayların kaldığı yerden devam ediyor. Olası bir savaşa dair Yüksektepe ordularının desteğine ihtiyaç duyan Cal'ın Başbakan Davidson'u ikna etmeye çalıştığını, bir yandan da yeni kurulan Uçurum Krallığıyla bir denge kurmaya çalıştığını okuyoruz kitap boyunca. Öte yandan Maven'in ise Gölbölge'nin yöneticisi Cygnet hanesi ile işbirliği içinde olduğunu görüyoruz, Cygnet'lerin prensesi Iris ile evlenmiş olması onu kullanarak (ya da tehdit ederek desek daha doğru olur sanırım) Gölbölgeliler'den istediği yardımı almasını sağlıyor. Maven cephesinin de Cal cephesinin de ihtiyaçları olan yardımları elde etmek adına bazı tavizler verdiğini ve bazı planlar kurduğunu görüyoruz. Tüm bunların yanında bir de Mare var tabii, Cal'a karşı olan duyguları ve uğruna birçok şeyden vazgeçtiği davası arasında bocalayışını ve tüm bu yükle başa çıkmaya çalışmasını okuyoruz kitap boyunca.
-spoiler bitti-
Bu yorum biraz tüm Kızıl Kraliçe serisinin yorumu olacak. Diğer kitapları da okumuş olmama rağmen maalesef üşengeç bir insan olduğum için ikinci ve üçüncü kitabın yorumlarını girmeyi şimdilik düşünmüyorum. O yüzden son kitabın yorumunu yaparken genel olarak seriye dair düşüncelerimi aktarmaya karar verdim.
Kızıl Kraliçe serisi Türkçeye ilk çevrildiğinde hevesle okumaya başladığım bir seriydi. Çıkar çıkmaz TÜYAP fuarında Pegasus standına koşa koşa gidip almıştım ilk kitabı. Aynı heyecanla kitabı okuyup hemen yorumunu bloga da girmiştim. Okumak isterseniz sizi şöyle alalım. Sonradan ne olduysa birden seriye karşı ilgimi kaybettim. İkinci kitap ilk yayınlandığında yine hemen almıştım kitabı ama bir türlü okumaya devam edememiştim. Böyle böyle aylar yılları kovaladı derken 2019'un yaz aylarında "Kızıl Kraliçe diye bir seri vardı ya." farkındalığı geldi bana. O zaman yalnızca iki kitabı elimde vardı ve tüm kitaplarının yayınlandığını bildiğim için seriyi toptan alıp okurum diye düşünürken benim biricik parabatai'm geri kalan kitapları bana hediye etti. Artık önümde okumamak için hiçbir engel kalmamıştı yani :D Bunun sonucunda Kızıl Kraliçe'yi tekrar okuyarak bu seriye yeniden başladım. İlk kitabı ilk okuduğum zamanlarda 16 yaşındaydım, bu yüzden kitabı ikinci okuyuşumda kitaba dair düşüncelerimin değişeceğini ve eskisi kadar sevmeyeceğimi düşünmüştüm. 20 yaşında, çoğu kişinin artık young adult türünden elini eteğini çekmeye başladığı yaşta, ikinci kez Kızıl Kraliçe'yi okurken ilk kitabı okuduğumda hissettiğim heyecanın aynısını hissettim. Zaten üstünden dört seneye yakın zaman geçtiği için kitabın detaylarını da unutmuştum, yalnızca sondaki büyük beklenmedik gelişme olan Maven olayını hatırlıyordum. Bunlardan ötürü kitabı oldukça keyifle okudum.
Kızıl Kraliçe benim beklediğimden çok daha fazlasını bulduğum bir seri oldu. Favori serilerim arasında girer mi, sanmıyorum. Fakat birkaç sene sonra tekrar okumayı düşündüğüm serilerden biri olabilir mesela. Serinin her kitabında olaylar tahmin edilemeyecek derecede girift bir hale gelerek okuyucunun merakı körükleniyor. Son dönemlerde çok fazla kitap okuyacak vakit bulamıyorum maalesef ki ama buna rağmen seriyi okurken kendime okumak için vakit yaratıp durdum. Uzun zaman sonra böyle istekle okuduğum bir seri bulmuş olmak, ya da yeniden bulmuş olmak diyelim, beni gerçekten sevindirdi.
Savaş Fırtınası'na gelirsek, bu kitabın olay örgüsü de diğerleri gibi heyecanlı olsa da bazı yerlerde sahne doldurmak adına yazılmış gereksiz bölümler vardı. Bu kısımlar çok uzun olmasa da kitaba dahil edilmeseydi daha akıcı bir anlatım olurdu diye düşünüyorum. Ayrıca bu kitapta Kızıl Kraliçe'nin geçtiği evreni çok daha iyi tanıma fırsatını yakalıyoruz: Yüksektepe'ye yapılan yolculuklar, Uçurum Krallığı'nda geçen bölümler, Gölbölge ülkesini tanımamız... Yalnızca tek mekana sıkışmamış bir hikaye yaratma açısından Victoria Aveyard'ın başarılı olduğunu düşünüyorum bu yüzden. Öte yandan kitapta dikkatimi çeken bir başka şey de bu kitabın diğer kitaplara kıyasla daha çok entrika ve politika içermesi oldu. "Herkes herkese ihanet edebilir." mottosuyla hareket eden tarafların sürekli bir güvence arayışı ve bundan doğan politik hamleleri okumak hoşuma gitti. Kitabın biraz daha fazla siyasi hamlelere odaklanmış olması bazıları tarafından kitabın yavaş ilerlediği şeklinde algılanabilir olsa da bana kalırsa her şeyin aksiyon ve savaşla çözülmek yerine daha politik bir temele oturtulması daha başarılı bir zemin hazırlamış final kitabı için. Bu kısımları okurken genel olarak sıkılmadım, hatta acaba yapılan bu hamleye öbür tarafın karşı hamlesi ne olacak diye düşünürken buldum kendimi. Bu açıdan olay örgüsünün büyük çoğunlukla sıkıntılı olmadığını düşünüyorum.
Bahsettiğim gibi, yeni bölgeler ve ülkeler tanıyoruz bu kitapta. Bu bölgelerden Yüksektepe'ye bayıldım, keşke tüm kitap orada geçseydi diye düşünmedim değil. Acımasız ve eşitlik karşıtı bir Gümüş krallığı olan Poyraz'ın aksine demokratik Yüksektepe'nin örgütlenmesi, işleyişi ve buradaki hayatın akışı çok daha hoşuma gitti. Bu ülkeye dair bir kitap yahut novella okumayı isterim, Aveyard'a duyurulur :D
Gelelim karakterlere, bu konuda da biraz seri geneli üzerinden giderek yorum yapacağım. İlk kitabımın yorumunda karakterlerle aramda pek bağ kuramadığımı söylemiştim. Serinin sonunda bu görüşüm çoğunlukla değişti aslına bakarsanız, ama hala kendimi tam anlamıyla karakterlere bağlı hissedemiyorum. Örneğin, en sevdiğim kitap karakterlerini düşünürken bu seriden herhangi bir karakterin aklıma geleceğini sanmıyorum. Bu muhtemelen benden kaynaklı bir sorun, çünkü karakterlerle neden bağ kuramadığıma dair düşündüğümde somut bir neden bulamıyorum. Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın lütfen, karakterlerin çoğunu seviyorum, sadece bir türlü kendimi onlarla tamamen bağlı hissedemedim.
Bu serideki karakter gelişimlerinin oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Neredeyse hiçbir karakter başladığı gibi kalmadı, gelişti ve dönüştü. Mare sıradan çevik hırsız bir Kızıl kızken, yine sıradan bir balıkçı çocuğu askerlikten kurtarmak adına girdiği bu yolda korkusuz bir lidere dönüştü. Kendisi bir yönetici veya lider olmadığını iddia etse de insanların ondan güç aldığı birçok konu olduğunu görmek mümkün. Çok şey kaybetti, çok şey feda etti bu yolda ve yaşadığı tüm travmalarla oldukça başarılı bir şekilde başa çıktı. Bazı insanlar Mare'nin bazı davranışlarının sinir bozucu olduğunu, kararsız olduğunu düşünüyorlar. Arkadaşlar, hadi biraz gerçekçi olalım. Bu kız yalnızca 18 yaşında, hayatı boyunca değersiz görülen bir Kızıl olarak yaşamış birisi. Samimiyetine tek inandığı Gümüş olan Maven tarafından sırtından bıçaklanmış, kendini birden bir isyanın yüzü olarak bulmuş, sürekli ölme ve sevdiklerini kaybetme korkusuyla yaşayan (ve hatta onları kaybeden) tekrarlıyorum sadece 18 yaşında bir kız. Dört kitaplık serinin çıkmasını beklerken geçen zaman bizim için çok uzun olsa da serinin geçtiği dünyada tüm olaylar yalnızca bir yıl içerisinde gerçekleşiyor. Bu bir yıl içerisinde Mare'in her şeyi doğru yapan ve asla bocalamayan yenilmez bir isyan liderine dönüşmesi çok saçma olurdu zaten. Korkuları olan, kendini suçlayan, karar vermekte zorlanan, aşk karşısında savunmasız bir genç kız olarak yansıtılması oldukça gerçekçi bir portre çizmişti bence. Bu açıdan Mare'in hem seri boyunca hem de kitap boyunca yaptığı ya da yapmadığı şeyler için ona sinirlenmedim, sonuçta Mare her ne kadar bir isyanın fitili olsa da hepimiz gibi kendini bulmaya çalışan genç bir kız. Bunun yanında, gücünü kullanma konusunda uzmanlaştıkça kendine güveninin artması ve kendini bu yolla tanıması oldukça iyi bir şekilde aktarılmıştı seri boyunca. Onun sıradan bir hizmetçi Kızıl kızdan kudretli Şimşek Kız'a dönüşmesini okumak benim açımdan çok keyifliydi. Keşke gücünü kullandığı sahneleri çok daha fazla görebilseydik, o şimşekler savurup fırtınalar estirdikçe ben içimden "YOU GO GUURLLL!" diye naralar atıyordum :D
Yazar Cal'ı yazarken Matthew Daddario'ya benzediğini hayal ettiğini söylemiş. Harika bir seçim olmuş bence! |
Maven'le devam edelim. Kendisini ilk kitapta iyi biriymiş gibi rol yaparken dahi çok samimi bulmuyordum. İlk kitabın sonunda asıl yüzü ortaya çıktığından beri ise tam anlamıyla nefret ediyorum ondan. Bu kitapta onun bakış açısından okumuş olsak dahi motivasyonlarını anlamakta güçlük çektim. Yaptığı hiçbir şey kendi iradesiyle değil, biliyorum. Elara'nın onun içindeki insansı olan tüm yanları aldığının da farkındayım ama bu yaptıklarının kötülüğünü azaltan bir bahane değil. Bir zamanlar içinde bir insan varsa dahi Maven artık bir kabuktan ibaret. Onun iç dünyasını okurken yalnızca çok iyi stratejist bir robotun zihnindeymişim gibi hissettim, duyguya dair bir şey yoktu. Şeytan annesi yüzünden bu durumda olması cidden üzücü, o pislik kadın yüzünden duygusuz bir kuklaya dönüşmüş olması çok korkunç. Fakat baktığımızda Maven ne yaşamış olursa olsun kötü birisi olmuş ve insanlara zarar vermiş. Düzeltilemez durumda olan bu karakterin neden sevildiğini pek anlamıyorum, özellikle yabancılarda pek bir Maven hayranlığı var Goodreads yorumlarından gördüğüm kadarıyla. Maven'ı seven herhangi birisi varsa yorumlarda neden sevdiğini açıklayabilir mi acaba, cidden merak ediyorum çünkü. Maven'ın Mare'ye hissettiği duyguların aşk olduğunu da asla düşünmüyorum, hastalıklı bir takıntı sadece. İnsan sevdiği kişiyi Sessiz Taşlar arasında bırakıp içi boş bir yürüyen ölüye dönüşmesine izin vermez, hastalıklı bir sahip olma duygusu bu sadece. Maven'ın annesi olmasaydı olabileceği kişi için ve harcanmış onca potansiyel için üzülsem de Maven'ın olduğu kişiden tamamen nefret ediyorum. Bu kadar duygusuz bir karakterin bakış açısından olayları izlemiş olmak ilginçti ama, itiraf etmem gerek bunu. Seri boyunca Maven'in bir karakter gelişimi yaşadığını düşünmüyorum, sadece rol yaparak halkın sevgisini kazanan saf kötü birisiydi işte. Olamadığın kişi için üzgünüm Maven ama olduğun kişi mümkünse benden uzak olsun. Ayrıca şunu eklemek istiyorum, keşke Maven ve Thomas hakkında daha çok bilgi alabilseydik. Aralarındaki ilişkinin nasıl ilerlediğini ve Maven'in gerçekten bir şeyler hissedip hissetmediğini okumayı çok isterdim. Belki de o zaman tamamen bir canavara dönüşmemişti ve gerçek kişiliğinden izler okuyabilirdik bu hikayede.
Seri boyunca karakter gelişiminden en etkilendiğim insan Evangeline oldu. Üçüncü kitapta Mare'nin tutsaklığından kurtulması için ettiği yardımı okurken ağzım kelimenin tam anlamıyla açık kalmıştı. Bizim korkusuz, sert ve tehlikeli olarak gördüğümüz demir leydi Evangeline Samos meğerse abisine çok düşkün, aşkı için her şeyi göze alabilen, kraliçelikte gözü olmayan, asi ve bağımsız bir kızmış! İlk üç kitapta kendisine gıcık olurken dördüncü kitapta onun bakış açısından aktarılan bölümleri iple çekmeye başladım. Takındığı güçlü maskenin ardına sakladığı kırılgan kişiliğini okumak beni gerçekten şaşırttı. Kırılgan olması güçsüz olduğu anlamına gelmiyor tabii ki, yeri geldiğinde öyle planlar yapıp öyle kararlar aldı ki önünde eğilip saygılarımı sunmak istedim kendisine. Ptolemus, nam-ı diğer Tolly, ile ilişkilerini de gerçekten sevdim. Bu kötü ve amansız görünen iki kardeş de meğerse korkuları ve endişeleri olan iki insanmış sadece. Ayrıca Evangeline'in Mare ve Cal'ı bir araya getirmek için türlü bahaneler üretmesi aşırı eğlenceliydi, resmen çöpçatan oldu kız :D Volo Samos ve Larentia Viper gibi iki şeytani ebeveynin yönlendirmesi altında geçirilmiş bir yaşamı olan Evangeline'nin aslında kraliçe olmayı bile kendisinin istemediğini fark etmesiyle kendine çizdiği yol beni gerçekten etkiledi. Duygusuz ölümcül Evangeline Samos'un bile aşka teslim olabileceğini okumak cidden içimi ısıttı.
Diğer karakterlerden de bahsedeyim kısaca. Farley, seri başından beri sert mizacını korusa da zaman içerisinde kendini Shade'e, Mare'ye, babasına açtıkça onun içinde de yumuşak bir taraf olduğunu öğrendik. Hele ki minik Clara'nın doğmasıyla annelik içgüdüsünün Farley'i ele geçirmesi çok tatlıydı, her çatışmadan döner dönmez Clara'yı kucağına almak için koşturması... Annelik cidden General Farley bile olsanız sizi yumuşatıyor işte. Kilorn, ah Kilorn! Seri başından beri çok seviyorum bu karakteri, hiçbir zaman Mare ile olmalarını desteklemedim (çünkü #TeamCalForever) ama serideki varlığının seriye farklı bir tat kattığını düşünüyorum. Her şeyin Kilorn sayesinde başlamış olmasının yanı sıra mizah anlayışı, Mare ile olan muazzam arkadaşlık ilişkisi serinin keyfini arttıran unsurlardı bana göre. Seri boyunca aşık bir çocuktan harika destekleyici bir arkadaşa dönüşmesini zevk alarak okudum, Cal ile aralarındaki suların durulması ve hatta arkadaş olmaları da oldukça hoşuma gitti. Korku dolu bir balıkçı çocuktan gözü kara bir isyancıya dönüşmeni okurken çok keyif aldım Kilorn, seviyorum seni de. Bu kitapta çok yer tutan bir başka karakter de Iris'ti. Ben bu karaktere üçüncü kitapta seriye dahil olduğundan beri ısınamadım bir türlü, hatta benim için kitabı sıkıcı yapan en büyük unsur Iris'in bakış açısından anlatılan bölümlerdi. Keşke onun bakış açısını görmek yerine Maven'ın gözünden okusaydık o bölümleri. Denedim ama seni sevemedim Iris, üzgünüm. Başbakan Davidson da seride önemli yeri olan bir karakter, kendisini sevdim. Hatta dediğim gibi, Yüksektepe ile ilgili bir hikaye de okumayı çok isterim. Ülkesi için sağlam bir şekilde hem siyasi hamlelerle hem de sahada savaşmasıyla takdirimi kazandı. Değinmek istediğim bir başka karakterse Cameron. Her ne kadar kendisi bu kitapta neredeyse hiç yer almasa da ben Cameron'u gerçekten çok sevmiştim. Yeni eklenen karakterler arasında en sevdiğim oldu diyebilirim. Herkesin korktuğu Şimşek Kız'a karşı çıkacak cesaret göstermesi, ikiz kardeşini korumak için her şey göze alması ve aşırı cesur olmasıyla seride öne çıkan bir karakter oldu benim için. Keşke daha çok okusaydık onu, ya da umarım ki herhangi bir devam novellası yazılırsa Cameron'u da bu hikaye içinde görme fırsatını yakalarız.
-spoiler- Mare, Cameron ve Kilorn arasında bir şeyler olduğunu ima edince aşırı şaşırdım ve gerçekten ÇOK sevindim. İkisinin de çok mutlu olmasını istiyorum ve bu mutluluğu birbirlerinde bulurlarsa çok daha fazla sevinirim. Umarım bu ikilinin geleceğine dair bir şeyler de öğrenebiliriz.
-spoiler bitti-
Evangeline ve Elane |
Sonuç olarak Kızıl Kraliçe serisi bana beklediğimden çok daha fazlasını veren ve keyifle okuduğum bir seri oldu. Serinin en sevdiğim kitabı Cam Kılıç olsa da genel olarak tüm kitapların sürükleyici olduğunu düşünüyorum. Savaş Fırtınası eksikleri olan bir kitap olsa da final kitabı olarak beğendiğim bir kitap oldu. Serinin Goodreads puanı beklediğimden daha düşük, son kitabın puanı 3.88 mesela. Belki de bu puanlara bakarak beklentimi düşürüp okuduğum için bu seriyi düşündüğümden daha çok sevdim. Kusursuz bir seri değil evet, ama bence iyi bir distopya olarak sayabileceğimiz bir seri. Ben her zaman olduğu gibi daha ikinci kitabı okurken serinin son kitabında olan her şeye dair spoiler yemiştim, her şeyi biliyordum yani. Buna rağmen okurken yine de elimden bırakmak istemediğim bir kitap oldu Savaş Fırtınası, dolayısıyla başarılı bir kitap olduğunu düşünüyorum.
-spoiler- Goodreads'te kitapların puanlarını incelediğimde Maven'in ağırlıklı olduğu kitapların daha yüksek puan aldığını gördüm. Mesela Maven'in elinde uzun tutsak kalan Mare'in olduğu üçüncü kitabın puanı 4'ken genellikle Cal'ı okuduğumuz ikinci kitabın puanı 3.92. Yine Maven'in sürüm sürüm süründüğü ve nihayet öldüğü son kitabın puanı da 3.88. Sanırım cidden Maven'i seven ciddi bir kitle var. Maven'in ölmesi benim ne kadar iyi karşıladığım bir olay olsa da Maven hayranları tarafından iyi karşılanmadığı için kitabın puanı kırılmış olabilir belki de. -spoiler bitti-
Seri her ne kadar bitmiş sayılsa da bence ele alınabilecek çok konu bıraktı ardında. Yukarıda da ele alınabilecek birkaç konudan söz ettim zaten. 2019'da yayınlanan Broken Throne isimli 4.5'uncu kitap olarak geçen bir novellalar birleşimi var. Altı novelladan oluşan bu kitaptaki novellalardan ikisi Kızıl Kraliçe kitabından önceki olayları, biri Savaş Fırtınası esnasındaki olayları, üçü de Savaş Fırtınası'ndan sonraki olayları ele alıyor. Pegasus bu kitabı da basma hazırlığındaymış fakat henüz net bir yayınlanma tarihi vermiyorlar. "Yok ya, bu serinin novellalarını okumam ben." diye başladığım Kızıl Kraliçe serisinin bu kitabını muhtemelen çevrilmesini bekleyemeden orijinal dilinde okuyacağım. (her ne kadar bu kitapla ilgili de her şeyin spoiler'ını yemiş olsam da...) Bu tip ekstra hikayelerle anlatılan dünyalara dönmeyi seviyorum, umarım Victoria Aveyard ara ara bizi bu hikayelerle Kızıl Kraliçe dünyasına doyurmaya devam eder.
Son olarak bahsetmeden geçmek istemediğim bir şey var; serinin kapakları. Her biri görsel şölen olan bu kapakları tasarlayan kişiyi gerçekten tebrik ediyorum. Her kitabın üstündeki bağlama uygun tasarlanmış taçları incelemek çok çok çok hoşuma gidiyor. Öte yandan Pegasus'un baskısının da oldukça kaliteli olduğunu düşünüyorum ama gerçekten, GERÇEKTEN, 100 lira fiyat biçmek nedir? İnternet alışverişiyle ortalama 60 lira gibi bir fiyata alınabiliyor kitap evet ama 60 lira ucuz mu sanki?! Gerçekten anlamıyorum bu gereksiz pahalılığı. Tamam kalitelisiniz ama sizin gibi kaliteli ciltli baskı basan başka yayın evleri de var, onlar neden bu kadar uçuk fiyatlar sunmuyorlar okuyucuya? Sinirliyim cidden bu konuda.
Seride beni en sarsan ve şok eden olayı eklemeden bitirmek istemedim yazıyı; Shade'in ölümü... Üstünden iki kitap geçmiş olmasına rağmen ben bu ölümü atlatamadım arkadaşlar. O kadar ani ve beklenmedik geldi ki. Kitabı metroda okurken Shade'in öldüğü sahneye geldiğimde kendimi tutamayarak "HAYIR YA!" diye yükselmiştim... Gönlümüzdesin Shade :(
Uzun zamandır yorum yazmamıştım ve sizlerle böyle uzun uzun düşüncelerimi paylaşmak iyi geldi bana. Sizler de kitap hakkındaki düşüncelerinizi, spoiler ibaresi kullanarak, yorumlara yazabilirsiniz :) Ayrıca bir şey için özür dilemek istiyorum, ben blogun yorum kısmına yıllardır bakmıyordum ve dün birden aklıma gelip baktığımda özellikle Kızıl Kraliçe'ye yazdığım inceleme için yayınlanmayı bekleyen bir sürü yorum biriktiğini fark ettim. Seneler önceden kalma yorumlar olduğu için yayınlamadım bunları fakat özür dilemek istiyorum görmediğim bu yorumlar için. Eğer ki o kitap incelememe yorum yapanlardan biriyseniz ve bu yazıyı okuyorsanız yorum yapıp düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim :)
Herkese sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder