Ya gerçek aşkın bedeli lanetlenmekse?
Gölge Avcıları’nın kutsal kalesi olan Meclis Salonu’nun basamaklarında masumların kanı dökülüyor. Livia Blackthorn’un trajik ölümünün ardından Konsey, iç savaşın eşiğinde. Blackthorn’lardan bazıları büyücüleri kırıp geçiren hastalığın tedavisini bulmak için Los Angeles’a kaçıyor. Bu arada, Emma ve Julian yasak aşklarını unutmak için umutsuzca adımlar atarken, bir yandan da Ölülerin Kara Kitabı’nı geri almak için Periler Diyarı’na, tehlikelerle dolu bir göreve gönderiliyorlar. Saraylar’da buldukları sır Gölge Avcıları’nın dünyasını paramparça edebilir ve gelecek, hayal bile edemeyecekleri kadar karanlık bir hal alabilir. Zamanla yarışan Emma ve Julian, parabatai lanetinin ölümcül gücü onları ve sevdikleri herkesi yok etmeden önce Gölge Avcıları’nın dünyasını kurtarmak zorunda.
Keder bizi güçsüzleştirmez, bizi insan yapar.
Sayfa Sayısı: 950
Baskı Yılı: 2019
Orijinal Adı: Queen of Air and Darkness
Seri Adı: Karanlık Sanatlar (The Dark Artifices)
Seri Sırası: 3/3
Goodreads Puanı: 4.39 / 5
__________________________________________________________________
Herkese merhabalar! Bugün sizlerle çok sevdiğim bir seri olan Karanlık Sanatlar serisinin son kitabı Hava ve Karanlık Kraliçesi'nin yorumunu paylaşacağım. Açıkçası bu seriyi bitirdiğim için içim fazlasıyla buruk çünkü bu serinin bazı karakterleriyle ancak 2022 yılında çıkacak olan The Wicked Powers isimli seriyle tekrar bir araya gelebileceğiz. Yani beklememiz gereken onca yıl var... Kitabı bitirmemin üstünden yaklaşık bir hafta geçti aslında ama yine de yorumu girmeyi erteledim çünkü bu yorum benim için seriye bir veda olacaktı. Tamam tamam, daha fazla giriş kısmını uzatıp duygulara boğulmadan yorumuma geçiyorum. Son kitabın yorumunu okumadan önce ilk iki kitap hakkında düşüncelerimi de merak ediyorsanız Geceyarısı Leydisi'nin yorumu için buraya, Gölgelerin Lordu'nun yorumu içinse buraya tıklayabilirsiniz.
- Gölgelerin Lordu'nu okumamış olanlar için spoiler içerir-
İkinci kitap Annabel Blackthorn'un Idris'teki sorgusu esnasında çıldırarak etrafa dehşet saçması ve bunun sonucunda Robert Lightwood ve Livia Blackthorn'un ölmesiyle bitmişti hatırlarsınız ki. Bu kargaşa esnasında Emma Cortana ile Mortal Sword'u taşıyan Annabel'e karşı çıkarken o kutsal kılıcı paramparça ederek herkesi şoka sokmuştu. Ortalığı yakıp yıkan Annabel ise Ölülerin Kara Kitabı'nı da alarak ortadan kaybolmuştu. Üçüncü kitap işte tam da bu duygusal terörün devamını anlatıyor bize. İlk olarak ciğerimizi parçalayan bir süreci okuyoruz kitapta; Livvy'nin cenazesine hazırlık. Bu kısımları okurken ciddi anlamda kalbimin paramparça olduğunu hissettim. Tüm Blackthorn'lar ve Emma öylesine çaresizdi ki, o sayfalarda sürekli OFFFF diyip okumayı bırakmak zorunda kaldım duygu yoğunluğundan ötürü. Hala kalbim çok kırık...
İç parçalayan bu cenazeden hemen sonra Julian ve Emma yeni konsül olan Horace Dearborn tarafından çağırılıyor. İkisinin birbirine aşık olduğunu öğrenmiş olan pislik Horace ise onların Peri Diyarı'na Annabel'i bulma göreviyle gönderileceklerini ve eğer bu teklifi kabul etmezlerse aralarındaki ilişkiyi herkese duyuracağını söyleyerek Emma ve Julian'ı tehdit ediyor. Çevrelerindeki insanları tehlikeye atmaktan korkan Jemma ikilisi ise mecburen bu görevi kabul ederek fazlasıyla tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar. Horace & Zara Dearborn gibi Aşağıdünyalılar'ın düşmanı olan Gölge Avcıları tarafından ele geçirilen Konsey, tüm Aşağıdünyalılar'ı kayıt altına almak isteyen bir kural çıkarmaya çalışırken sağduyulu Gölge Avcıları (Jia Penhallow, Diana Wrayburn ve destekçileri) ise Konsey'in bu acımasız kararına karşı gelmeye çalışıyorlar. Anlayacağınız kitapta sevdiğimiz karakterler her açıdan büyük bir savaşın içinde buluyorlar kendilerini.
-spoiler bitti-
Hava ve Karanlık Kraliçesi benim için Gölgelerin Lordu'ndan daha başarılı bir kitaptı. Gölgelerin Lordu'nun yorumunda kitapta gereksiz uzatıldığını düşündüğüm yerler olduğunu söylemiştim. Bu kitap ise serinin en kalın kitabı olmasına rağmen ve ben çok büyük bir reading slump yaşıyor olmama rağmen gerçekten fazlasıyla akıcı ve merak uyandırıcıydı ve ikinci kitabın aksine gereksiz gördüğüm yer sayısı çok çok azdı. Olay örgüsü özellikle 200'lü sayfalardan itibaren aşırı heyecanlı bir hal aldı. Kitapla o kadar bütünleşmişim ki gözlerimin ağrısından ötürü kitabı okumayı bıraktığımda beni penceremden sabah ışıkları karşıladı :D
Heyecanın sürekli tavan olduğu ve karakterlerin duygularının ise sürekli acı verici derecede yoğun olduğu bu kitap gerçekten dengemi altüst etti. Malum kişinin ölümünden sonra bu kitabın hüzün dolu olacağını tahmin etmiş olsam da gerçekten bu kadarını da beklemiyordum. Tüm Blackthorn'ları, ve tabii ki Emma, Cristina ve Kit'i de, kocaman bir battaniye ile sarıp sarmalayarak hepsine onları ne kadar sevdiğimi ve her şeyin yoluna gireceğini söylemek istedim kitap boyunca. Cassandra yazdığı karakterlere acı çektirmeyi neden bu kadar çok seviyor gerçekten anlamış değilim. Ama yine de kadının hakkını vermek gerek, gerçekten karakterlerin duygu dünyasını okuyuculara çok iyi bir şekilde aktarıp bizi de onların bulunduğu azap kuyusuna çekmeyi çok iyi başarıyor. Karanlık Sanatlar serisinin Cassie'nin karakter derinliği açısından en başarılı serisi olduğunu düşünüyorum. Her kitabında ve serisinde kendini geliştiriyor ve Karanlık Sanatlar da bana göre Cassie'nin ustalık eseri olarak nitelendirilebilir karakterlerin başarısı açısından. Serinin her kitabında karakter sayısını arttırmasına rağmen hepsini çok başarılı bir şekilde işleyerek hepsine bir şekilde yakınlık duymamızı sağlayabiliyor. Gaddar bir kadınsın ama ne yazık ki seni seviyorum Cassandra.
Yukarıda değindiğim gibi, kitapta heyecan sürekli dorukta çünkü her karakter farklı bir şeyle uğraşıyor. Bir sayfada Jemma'yı Periler'in arasında hayat mücadelesi verirken okuyoruz, bir başka sayfada Ty ve Kit'in deli planını uygulamaya koymasını görüyoruz, bir başka sayfada Diana ve Jia'nın Konsey'e karşı dik duruşlarını okurken bir yandan da Mark-Cristina ve Kieran üçlüsünün maceralarını görüyoruz. Çok girift bir olay örgüsüne sahip olmasına rağmen tüm bu dağınık olaylar kitabın sonunda çok ama çok başarılı bir şekilde sonuçlandırılıyor ve biz de sadece vay be diyerek tepki verebiliyoruz.
Kitapta en heyecanla ve ilgiyle okuduğum kısımlardan biri Thule'da geçen olaylardı. Keşke Cassie o evren hakkında bir novella yazsa da oradaki mücadelenin nasıl sonuçlandığını öğrenebilsek. Kitabın en muazzam kısımları ise son 150 sayfaydı. Aman Allah'ım, neler oldu öyle! O 150 sayfa boyunca heyecandan yerimde duramadım ve çok fena gerildim. Yapılan betimlemeler o kadar gerçekçiydi ki okurken kendimi kitabın bir parçası gibi hissettim. Uzun zamandır bu kadar başarılı betimlenmiş aksiyon dolu sahneler okumamıştım, Cassandra beni yine büyülemeyi başardı.
Karakter gelişimlerinden bahsedelim biraz da. Doğal olarak bu kitapta birçok karakteri en iyi versiyonunda okuduk. Julian'ın parlak zekasının en iyi sonuçlarını gördük, Emma'nın o güçlü ve yıkılmaz görüntüsünün altında ne kadar kırılgan bir insan olduğuna şahit olduk, Ty'ın analitik zekasına ve kararlılığına hayran kaldık, Dru'nun korkusuzluğunu ve muhteşemliğini nihayet okuyabildik, Mark'ın hem Peri hem de Gölge Avcısı yanını kabullenmesini ve bunları çok iyi kullanmasını izledik, Cristina'nın pamuk gibi kalbinin yanında ne kadar güçlü bir savaşçı olduğuna tanıklık ettik, Kit'in soğuk ve umursamaz tavırlarının altında sevdiklerini ölümüne koruyacak bir kalbi olduğunu fazlasıyla keşfettik, Diego'nun neden Perfect Diego diye isimlendirildiğini anlamış olduk, Jaime ile iyice tanışma şansını yakaladık, Kieran'ın Peri ırkının çoğunun aksine ne kadar yüce gönüllü olduğunu tamamen anladık, Diana'nın ise her zamanki gibi müthişliğini okuduk. Öte yandan Helen ve Aline'in sürgünden dönmesiyle o ikisini de tanıma şansına sahip olduk. Helen'in ailesinin yaşadığı birçok olaya tanıklık edememiş olmasının üzüntüsünü, ailesiyle yakın olmaya çalışsa da bir türlü onlara ulaşamamasının hayal kırıklığını onunla birlikte yaşadık ve biz de onun kadar üzüldük. Aline'in ise karısını korumak için yapabileceklerinin bir sınırı olmadığını ve onu sinirlendirmekten kaçınmamız gerektiğini öğrendik :D Aline bence gerçekten aşırı tatlı bir karakter ve Helen'i korumak için içinden bir canavar çıkarttığı kısımları okurken çok ama çok eğlendim. Haline çiftini daha fazla okumak için şansımız olmasını umuyorum o yüzden.
(spoiler: Kitabın sonunda Kitty ikilisinin kavuşamamış olması ve özellikle de Kit'in kalp kırıklığı beni bi-tir-di. Aklıma geldikçe hala canım yanıyor. Benim minik Herondale'im, Cassie seni diğer Herondale'ler gibi mutlu etmezse onun yakasına yapışacağım merak etme. Sarı şeytanım benim seni seviyorum :( )
Bu kitapta Ölümcül Oyuncaklar serisinden karakterlerimizi de ilk iki kitaba kıyasla daha fazla gördük. Clace ve Malec bu kitapta önemli yer tutan kişilerdi. Cassie'nin eski karakterlerini yeni serilerine dahil etmesini gerçekten çok seviyorum, böylece o eski karakterlerin hayatlarından da haberdar olabiliyoruz ve onlarla da bağımız kopmamış oluyor. Nitekim bu kitapta Clary'nin ne kadar önemli bir Gölge Avcısı olduğunu ve o olmasaydı her şeyin çok farklı olacağını anlıyoruz. Çoğunluk Clary'yi sevmese de ben kendisini çok seviyorum, minik kızıl kızım benim *-*. Malec ikilisinin bu kitapta bu kadar yer tutacağını bilmiyordum ve onları fazlasıyla okuma şansına sahip olunca gerçekten çok sevindim. Malec benim Cassie'nin yarattığı karakterler arasında en shiplediğim ikili olabilir o yüzden sürekli bu ikiliye maruz bırakılmak istiyorum. İkisinin ana karakter olduğu The Eldest Curses serisinin ilk kitabı olan Red Scrolls of Magic'i de kitap elime ulaşır ulaşmaz okumaya başlayacağım. MALEC FOREVA!
Kitabın sonunda bonus olarak kısa bir Clace hikayesi okuyoruz. Okurken kendimi ağlamamak için zor tuttum. Bu karakterler resmen elimizde büyüdü ve tabii biz de onlarla büyüdük. Yaşadıkları onca şeyden sonra bu noktaya gelmiş olduklarını görmek beni gerçekten çok duygulandırdı. Cassie, sen işini çok iyi biliyorsun...
Kitapta sevmediğim yerlerden bahsedeyim biraz da. Gölgelerin Lordu'nun yorumunda da sevmediğimden bahsettiğim bir şey vardı; Mark-Cristina-Kieran'ın dahil olduğu aşk üçgeni... Bu durum Hava ve Karanlık Kraliçesi'nde katlanarak devam ediyor. Kitapta gereksiz uzatıldığını düşündüğüm kısım da buydu zaten. Bu aşk üçgenindeki karakterlerin hepsini seviyorum fakat gerçekten böyle bir ilişkinin olması bana aşırı saçma geliyor. Kitapta karakter kıtlığı varmış gibi bu aşk üçgenini yaratmanın sebebi nedir Cassie'cim? İşte bu aşk üçgeni ikinci kitaptan bile daha fazla yer tuttuğu için benim sinirimi bozan bir olay oldu kitapta. Beni rahatsız eden bir diğer durum ise kitabın başında Julian'ın Magnus'tan aldığı yardım (!) oldu. Bizim bildiğimiz Julian kesinlikle gidip Magnus'tan kendisine böyle bir büyü yapmasını isteyecek sorumsuzlukta birisi değildi o yüzden bu davranışı bana mantıksız geldi. Yine de yaptığı bu hareketi yastan ötürü yaptığını düşünürsek azıcık mantığa oturtabiliyoruz. Ama bu büyü olayı kitap boyunca çevresindeki herkese, özellikle de Emma'ya, acı verdi ve Jules'un bu kadar düşüncesiz davranmış olması beni çileden çıkardı. Her şeye rağmen Jules benim bebeğim ve kendisine fazla kızgın kalamıyorum. Ne yapsan kabulümsün Julian Blackthorn, sana çok fena aşığım.
Sonuç olarak yine bu kitapta da sevmediğim kısımlar olsa da kitabın olay örgüsünün muazzamlığı, içerdiği aksiyonun beni sürekli heyecandan delirtmesi, karakter gelişimlerinin çok iyi olması ve bu karakterlerin duygularının çok çok çook iyi anlatılmış olması sebebiyle kitap benden tam puan aldı. Çünkü cidden bu sevmediğim kısımlar bile kitabın genel harikalığını bozacak unsurlar değildi benim gözümde. Fakat serinin üç kitabı içerisinde hangisini en çok sevdiğimi soracak olursanız cevabım kesinlikle Geceyarısı Leydisi olacaktır. Yine de Hava ve Karanlık Kraliçesi'nin de bu serinin finaline fazlasıyla yakışır bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bu seriyi okumadıysanız LÜTFEN lütfen LÜTFEN okuyun ve çevrenizdekilere de okuyun. Herkes Julian Blackthorn isimli minik tatlı cupcake ile tanışmalı.
Bu seriyi bitirmiş olmanın hüznü hala içimde bir yara olarak duruyor. Cassie'nin yeni serisi olan The Last Hours'un bir an önce çıkmasını ve bir an önce Gölge Avcısı dünyasına dönebilmeyi istiyorum. Bir yandan da 2022'ye kadar gün sayarak The Wicked Powers serisinin çıkmasını ve böylece Kit, Ty ve Dru'yu ana karakter olarak okuyabilmeyi bekliyor olacağım. The Wicked Powers'ta muhtemelen Ash'i de göreceğiz, bu yüzden de çok heyecanlıyım. Seni gerçekten çok seviyorum Cassandra Clare ve 90 yaşına da gelsem kitaplarını aynı heyecanla okumaya devam edeceğim.
Bu seriyi bitirmiş olmanın hüznü hala içimde bir yara olarak duruyor. Cassie'nin yeni serisi olan The Last Hours'un bir an önce çıkmasını ve bir an önce Gölge Avcısı dünyasına dönebilmeyi istiyorum. Bir yandan da 2022'ye kadar gün sayarak The Wicked Powers serisinin çıkmasını ve böylece Kit, Ty ve Dru'yu ana karakter olarak okuyabilmeyi bekliyor olacağım. The Wicked Powers'ta muhtemelen Ash'i de göreceğiz, bu yüzden de çok heyecanlıyım. Seni gerçekten çok seviyorum Cassandra Clare ve 90 yaşına da gelsem kitaplarını aynı heyecanla okumaya devam edeceğim.
Soldan sağa; Diana, Kit, Ty, Church, Mark, Julian, Emma, Cristina, Kieran, Diego, Dru ve Jamie. |
Size kısaca bendeki kitabın baskısından bahsetmek istiyorum. Bendeki versiyon Margaret K. McElderry Books'un ciltli versiyonu. Cildinin iç kısmında ise yukarıda görebileceğiniz MUAZZAM bir illüstrasyon var. Kitap elime ulaştığından beri açıp açıp bu illüstrasyona bakıp feeelsss geçiriyorum. Artemis Yayınları'nın baskısında var mı bilmiyorum ama umarım vardır çünkü gerçekten harika bir çizim.
Ayrıca kitabın içinde de birçok illüstrasyon vardı. Bunlardan spoiler içermeyen bir tanesini de hemen yana ekledim. Bu illüstrasyonda biricik muhteşem Emma'mızın ne kadar harika olduğunu görüyoruz. Hikayeyi okurken karşıma çıkan bu başarılı çizimler beni kitaba fazlasıyla bağladı. Okurken sürekli bir sonraki illüstrasyonun nerede olacağını ve hangi olayı anlatacağını düşündüm durdum. Kitaba gerçekten çok güzel bir hava katan bu çizimler keşke her kitapta olsaydı diye geçirdim içimden.
Son olarak kitaptan sevdiğim alıntıları da paylaşarak Karanlık Sanatlar serisine veda ediyorum. Blackthorn'lar, Emma, Diana, Kit, Cristina ve hatta Kieran; sizleri çok özleyeceğim. Cassie'ye de bize bu karakterleri tanıma fırsatını sunduğu için öpücüklerimi gönderiyorum. Herkese sevgiler!
Sometimes the bravest thing we can do is confront our own failings.
That's growing up, isn't it? Figuring out that adults are people with their own issues and secrets.
At the edge of everything, love and faith have always brought me back, and back to you.
I could always fight any demons but my own. Since I met you, Clary, you have been the blade in my hand, even when I carried no weapons. You were my sword and shield against every moment I felt worthless, agains every moment I hated myself, against every time I thought I wasn't good enough.
You're the only person I've ever loved like this, and I know you're the person I ever will. And I'm not myself without you, Emma. Once you dissolve dye in water, you can't take it back out. It's like that. I can't take you out of me. It means cutting out my heart, and I don't like myself without my heart.
maalesef bu güzel resimler Türkçe baskıda yoktu
YanıtlaSilGerçekten üzücü bir durum :( Maalesef ki Artemis özellikle de konu Cassandra Clare kitaplarına gelince görsel açıdan pek beklentiyi karşılayamıyor. Ayrıca duyduğum kadarıyla Cassie'nin çıkmış olan son üç kitabı da henüz çevrilip satışa sunulmamış aylar geçmesine rağmen, umarım bu tutumları düzelir yakında :(
Siliç kapakta ki o güzelim fotoğrafta mı yok:(
SilSanırım yok maalesef ki :(
Sil