![Lady Midnight (The Dark Artifices Book 1) by [Clare, Cassandra]](https://images-na.ssl-images-amazon.com/images/I/51g1uFEa49L._SY346_.jpg)
It’s been five years since the events of City of Heavenly Fire that brought the Shadowhunters to the brink of oblivion. Emma Carstairs is no longer a child in mourning, but a young woman bent on discovering what killed her parents and avenging her losses.
Together with her parabatai Julian Blackthorn, Emma must learn to trust her head and her heart as she investigates a demonic plot that stretches across Los Angeles, from the Sunset Strip to the enchanted sea that pounds the beaches of Santa Monica. If only her heart didn’t lead her in treacherous directions…
Making things even more complicated, Julian’s brother Mark—who was captured by the faeries five years ago—has been returned as a bargaining chip. The faeries are desperate to find out who is murdering their kind—and they need the Shadowhunters’ help to do it. But time works differently in faerie, so Mark has barely aged and doesn’t recognize his family. Can he ever truly return to them? Will the faeries really allow it?
Glitz, glamours, and Shadowhunters abound in this heartrending opening to Cassandra Clare’s Dark Artifices series.
Yayınevi: Margaret K. McElderry Books
Dil: İngilizce
Sayfa Sayısı: 720
Seri Adı: The Dark Artifices
Seri Sıralaması: 1 / 3
Goodreads Puanı: 4.55 / 5
__________________________________________
__________________________________________
- 2019 Eklemesi
Herkese yeniden merhabalar! Biliyorsunuz ki Karanlık Sanatlar serisinin tüm kitapları yayınlandı. Serinin ve Cassandra Clare'in büyük bir hayranı olarak tabii ki bu kitapları da okudum ve büyük keyif aldım. Eğer siz de bu kitaplar hakkında düşüncelerimi merak ediyorsanız aşağıdaki linklere tıklayarak yorumlarıma ulaşabilirsiniz. Sevgiler! :)
______________________________________________
-Cennet Ateşi Şehri'ni okumayanlar için spoiler içerir! -
Sebastian Morgenstern'ün yarattığı savaşın zaferinin üstünden 5 yıl geçmiştir. CAŞ'ta da gördüğümüz ve o sıralar 12 yaşında olan Emma Carstairs ve parabatai'ı Julian Blackthorn artık 17 yaşındadır. 5 sene önce öldürülen ebeveynlerinin intikamını almak isteyen Emma,5 yıldır ailesinin katilini bulmak için araştırmalar yapmaktadır. Merkez,ailesini öldürenin Sebastian olduğunu söylese de Emma bunun doğru olmadığını bilmektedir.Çünkü ailesinin cesetlerinin üstünde bilinmeyen bir dilde yazılan ve çözülememiş yazılar vardır. Sebastian'ın kurbanları ise Sebastian'ın kurduğu dönüştürülmüş orduda bilinçsiz bir şekilde Aşağıdünyalılar ve Gölge Avcıları'na karşı savaşırken ölmüşlerdi. Emma bunun Sebastian'ın işi olmadığına emindir.
Los Angeles'ta başlayan seri cinayetlerin işleniş şekli Emma'nın ailesinin öldürülüş şekilleriyle aynıdır. Emma bunun bir tesadüf olmadığını düşünür ve bu cinayetleri araştırmaya başlar. Bu sırada tuhaf bir olay meydana gelir. 5 sene önce Los Angeles Enstitüsü saldırısında kaçırılan Julian'ın yarı peri abisi Mark Blackthorn periler tarafından Gölge Avcılarına iade edilir. Fakat bunun bir bedeli vardır; cinayetlerin çözülmesinde periler Gölge Avcılarından yardım istemektedir çünkü öldürülenlerden bazıları peri halkındandır.
Perilerin Karanlık Savaş esnasında Sebastian ile iş birliği yapması nedeniyle Aşağıdünyalıların ve Gölge Avcılarının perilerle iletişime geçmesi yasaklanmıştır. Fakat Emma ve diğer Blackthorn'lar perilerin bu teklifini kabul etmek zorundadırlar yoksa Mark'ı geri alma şansları ellerinden sonsuza kadar kayıp gidecektir.
Mark Peri Dünyası'nda geçirdiği zaman boyunca fiziki olarak aynı kalsa da mental olarak oldukça değişmiştir. İlk geldiğinde hiçbir kardeşini tanımayan hatta Julian'ı bile babası sanan Mark'la uğraşmak tüm Blackthorn'lar için oldukça zordur.
Mark'ın dönüşünü ve araştırmalarını Merkez'den gizlemeye çalışan Emma ve Julian bir yandan da birbirlerine karşı hissettikleri yeni duygularla başa çıkmaya çalışacaklardır.Çünkü parabatai'lar asla birbirlerine aşık olamaz. Yasa serttir,ama yasa yasadır...
-spoiler bitti
Cassandra Clare benim favori yazarlarımdan biriydi ve bu kitapla kendisi en sevdiğim yazar olmayı başardı. Büyük bir Will Herondale aşığı olarak favori kitabım da Mekanik Prenses'ti. Fakat Lady Midnight beni tamamen altüst etti,favori Cassie kitabım ve şu ana kadarki okuduğum en iyi kitap olmayı başardı.Los Angeles'ta başlayan seri cinayetlerin işleniş şekli Emma'nın ailesinin öldürülüş şekilleriyle aynıdır. Emma bunun bir tesadüf olmadığını düşünür ve bu cinayetleri araştırmaya başlar. Bu sırada tuhaf bir olay meydana gelir. 5 sene önce Los Angeles Enstitüsü saldırısında kaçırılan Julian'ın yarı peri abisi Mark Blackthorn periler tarafından Gölge Avcılarına iade edilir. Fakat bunun bir bedeli vardır; cinayetlerin çözülmesinde periler Gölge Avcılarından yardım istemektedir çünkü öldürülenlerden bazıları peri halkındandır.
Perilerin Karanlık Savaş esnasında Sebastian ile iş birliği yapması nedeniyle Aşağıdünyalıların ve Gölge Avcılarının perilerle iletişime geçmesi yasaklanmıştır. Fakat Emma ve diğer Blackthorn'lar perilerin bu teklifini kabul etmek zorundadırlar yoksa Mark'ı geri alma şansları ellerinden sonsuza kadar kayıp gidecektir.
Mark Peri Dünyası'nda geçirdiği zaman boyunca fiziki olarak aynı kalsa da mental olarak oldukça değişmiştir. İlk geldiğinde hiçbir kardeşini tanımayan hatta Julian'ı bile babası sanan Mark'la uğraşmak tüm Blackthorn'lar için oldukça zordur.
Mark'ın dönüşünü ve araştırmalarını Merkez'den gizlemeye çalışan Emma ve Julian bir yandan da birbirlerine karşı hissettikleri yeni duygularla başa çıkmaya çalışacaklardır.Çünkü parabatai'lar asla birbirlerine aşık olamaz. Yasa serttir,ama yasa yasadır...
-spoiler bitti
Lady Midnight Cassie'nin yazdığı üçüncü serinin ilk kitabı. TID ve TMI'nin ilk kitaplarından çok daha iyi yazılmış. Cassie'nin yazdığı en uzun seri başlangıç kitabı Lady Midnight,tam 720 sayfa! Sayfa sayısı fazla olduğundan içindeki karakter sayısı da çok fazla;Emma,Julian,Mark,Ty,Livvy,Dru,Tavvy,Cristina,Diego,Malcolm,Kit... Blackthorn'lar o kadar kalabalık bir aile ki,zaten kitabın çoğunu onlar kaplıyor :D Fakat kesinlikle bundan şikayetçi değilim çünkü hepsine bayıldım! Şimdi karakterleri tanıtmaya geçiyorum,bu kısım biraz uzun sürebilir dikkat :D
Emma ile başlayalım. Baş karakterimiz olan Emma bir Carstairs,yani Jem'in soyundan geliyor! Jem'in siyah saçlarının aksine Emma mısır püskülü renginde sarı açık saçlara sahip ve gözleri kahverengi. Alaycı,savaşçı ve cesur bir kişiliği var ve bu yandan Jace'in kadın versiyonu olduğunu söyleyebiliriz.Hatta o da Jace gibi solak. (öhöm,ben de solağım hani) Ailesinin öldürülmesi doğal olarak onu çok yaralamış fakat bunun üstesinden gelmeyi çok iyi başarmış. Bunda Julian'ın etkisi çok büyük tabii ki. Aralarındaki parabatai bağı o kadar güçlü ki beraber her şeyin üstesinden gelebilirler neredeyse. Emma,Julian'a çok değer veriyor,hatta dünyadaki en değer verdiği insan olduğundan bile bahsediyor. Onu ve diğer Blackthorn'ları korumak için her şeyi yapabilecek kadar da fedakar. Ailesinin katilini bulmak hayatının amacı olmuş durumda ve intikam almak için ant içmiş. Oldukça hırslı ve azimli olduğunu söyleyebiliriz dolayısıyla.
Gelelim Julian'a. 12 yaşında babasını öldürmesiyle (çünkü babası Sebastian'ın ordusunda savaşmak için dönüştürülen Gölge Avcılarından biri olmuştu) ,evin en büyüğü Helen'in yarı peri olduğu için Merkez tarafından sürgün edilmesiyle ve evin ikinci en büyüğü Mark'ın periler tarafından kaçırılmasıyla evin tüm küçük bireylerinin bakımını ve korumasını üstlenmiş bir çocuk Julian. Öyle ki onları kardeşleri olarak değil,çocukları olarak görüyor. Ailesini korumak için dünyayı ateşe vermeye bile razı,ailesine Emma da dahil tabii ki. Julian şu ana kadarki en sevdiğim iki erkek karakterden biri oldu,birincisi Will tabii ki. Üstüne binen o kadar yükle başa çıkmayı başarması ve ailesini bir baba gibi çekip çevirmesi o kadar duygusaldı ki. 12 yaşında babalık rolü üstlenmek zorunda kalan bir çocuk düşünün,henüz kendisi bile büyümemişken. Kardeşleri de onu bir baba olarak görüyor. Çok büyük sorumluklarla yalnız başına mücadele etmesi resmen içimi parçaladı. Emma yanında evet,ama Emma'nın bile bilmediği sırları var Julian'ın.
Emma ve Julian ilişkisine de değinmek istiyorum.Parabatai olarak aralarındaki bağın çok kuvvetli olması normal fakat maalesef ki ikisi de birbirine karşı sadece arkadaşça hisler beslemiyorlar. Başlarda ikisi de bunun tek taraflı bir his olduğunu düşündüğü için birbirlerinden kaçınıyorlar fakat daha sonra hislerinin karşılıklı olduğunu anlıyorlar. Ah, o kadar tatlılardı ki! Julian o yıpranmış fakat kibar ruhuyla resmen beni kendine aşık etti. Emma ise o vahşi fakat Julian karşısında bir o kadar uysal ruhuyla sevgimi kazandı. Çok ama çok fena shipliyorum ikisini! Fakat onlar PARABATAI :( Ve parabatai'ların birbirlerine aşık olması yasak :(( Bunun nedenini de öğreniyoruz kitapta. (ve kalbim acıyor gerçekten,şu an çığlıklarımla Cassie'nin kulaklarını çınlattığımdan eminim)

Mark'ı seveceğimi düşünmüştüm,hatta TFSA'nın yorumunda kendisine daha Bitter of Tongue novellasında aşık olduğumu söylemiştim.Eh,biraz yanılmışım. Evet sevdim kendisini ama Julian'a sürekli karşı çıkmasından dolayı biraz sinir oldum diyebilirim. Mark'ın da çok acı çektiği doğru ancak Julian'ın aksine o karşısındakini anlamak için hiç çaba göstermiyor. Julian küçücük yaşında 4 çocuğa babalık yapmak zorunda kalmış ve bu yüzden otorite elinden kaçarsa onların zarar göreceğini düşünüyor.Fakat Mark bunu anlamakta zorlanıyor.Bu yüzden aralarında çok çatışma oluyor. Yine de sevdiğim bir karakter oldu Mark fakat Julian'ın yanında sönük kaldı maalesef.
Gelelim Cristina'ya. Cristina Los Angeles Enstitüsü'ne Mexico City Enstitüsünden misafir gelmiş bir Gölge Avcısı. Oradan bir kaçma sebebi var ve biz kitabın sonuna kadar bunu öğrenemiyoruz maalesef. Gelir gelmez Emma ile çok yakın arkadaş oluyorlar.İkisinin arkadaşlığını okumak çok zevkliydi. Ayrıca Cristina,Mark'a en çok yardım eden kişi. Kendisi Periler hakkında oldukça bilgili çünkü bunun hakkında eğitim almış. Dolayısıyla Mark'ın psikolojisini en iyi anlayan kişi o oluyor enstitüdeki. Oldukça sevimli bir kız olduğunu düşünüyorum Cristina'nın. Ayrıca Mark ile fena shipliyorum kendisini!!!

Dru beni en çok güldürenlerden biri oldu kitapta. Kendisi 13 yaşında ve bence çok eğlenceli :D Şu an düşününce niye beni güldürdüğü aklıma gelmedi fakat gülmüştüm okurken yani,neyse :D Yaşından büyük gösterdiği için vücudundan pek hoşlanmıyor çünkü genellikle yaşıtlarının sığdığı dövüş zırhlarına pek sığamıyor ve bu onun için büyük bir sorun. En küçük Blackthorn ise Tavvy. 7 yaşında ve evin en minnoş bireyi doğal olarak :D Julian onu kendi çocuğu gibi büyütüyor,en çok babalık yaptığı kardeşi Tavvy oluyor. Gece uykusundan kabuslarla,çığlıklar içinde uyandığında yardımına koşan Julian oluyor. Çok tatlı bir çocuktu Tavvy,büyümesini okumak için sabırsızlanıyorum.
Kitap çok ama çok akıcıydı. Yavaş okumak için kendime söz vermiştim dediğim gibi,fakat bitirmeden en fazla 3 gün dayanabildim. Ayrıca kitaptaki gizemli ve heyecanlı olaylar da akıcı olmasının nedenlerinden. Çok fena ters köşe olduğum 2-3 yer oldu ve okulda olmamı umursamadan şaşkınlık nidaları attırdı bu yerler bana :D Her zamanki gibi Cassie işte,nasıl yazıyor bu kadar muhteşem kitaplar anlayamıyorum. Bence kendisi bi' büyücü.
Lady Midnight'ın en sevdiğim Cassie kitabı olmasının nedenleri ise şunlar; birincisi olay birçok karakterin çevresinde gelişiyor ve farklı bakış açılarından olayları görmek herkesi anlama olanağı sağlıyor bize. İkincisi ise kitap şu ana kadarki en duygulanarak okuduğum Cassie kitabıydı. Mekanik Prenses'te resmen hönkürerek ağlamıştım ama o sonlara doğruydu.Fakat Lady Midnight'ı okurken sürekli duygulanıp duygulanıp durdum. Bunun nedeni ise Julian'ın yüklenmek zorunda olduğu rollerdi. Julian beni yerle bir etti :(
Cassie yine kitabın sonunda hiç şaşırtmadı,kalbimi paramparça edip kargalara yem etti. Son 100 sayfa zaten o kadar şaşırtıcı olaylarla doluydu ki bir de bu kalp kırıcı olay gelince üstüne resmen darmadağın oldum ya. Duygularım çok karışık ve şu an spoiler vermeden anlatamam bu olayı o yüzden sadece kalp kırıklığından ölmek üzere olduğumu bilin yeter :(
Cassie beni yerden yere vurduktan sonra bir sürprizle gönlümü almış gibi oldu. Kitabın sonundaki A Long Conversation hikayesinde TMI karakterleri var ve bir çiftimiz evlenme yolunda büyük bir adım atıyor! Okurken resmen sevinçten ve feeeeelsten tepindim :')
Bu kadar hızlı okuduğum için kendime kızıyorum çünkü ikinci kitap Lord of Shadows Mayıs 2017'de çıkacak :(( ANNE NASIL DAYANICAAAAMMM?!?!?!?! Şimdi bu yorumu burada sonlandırıyorum,herkese elveda arkadaşlar. Son olarak şunu söylemeliyim,bu kitabı mutlaka okuyun! Eğer Ölümcül Oyuncaklar veya Cehennem Makineleri'ni pek sevmediyseniz bile bu The Dark Artifices serisine mutlaka bir şans vermelisiniz! Birkaç alıntı paylaşmazsam da olmaz tabii :D
Why all these paintings of you? Because I'm an artist,Emma. These pictures are my heart. And if my heart was a canvas,every square inch of it would be painted over with you.
We both see the same world,but in a different way. Ty feels the same joy I do, the joy of creation. We feel all the same things,only the shapes of our feelings are different.
When you love someone, they become a part of who you are. They're in everything you do. They're in the air you breathe and the water you drink and the blood in your veins. Their touch stays on your skin and their voice stays in your ears and their thoughts stay in your mind. You know their dreams because their nightmares pierce your heart and their good dreamd are your dreams too. And you don't think they're perfect,but you know their flaws,the deep down truth of them,and the shadows of all their secrets, and they don't frighten you away ; in fact you love them more for it, because you don't want perfect. You want them.